İç politika uzmanlık alanım değil. Dolayısı ile pek yazmak istemem. Ancak iç politika dış politikayı etkilediğinden, kaçınılmaz olarak iç politikayla da ilgileniyorum.

Pazar günü nihayet iktidar partisi İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı adayını ilan etti. Sayın Murat Kurum, mevcut Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile kıyasıya bir yarışa girecek. Peki seçim sadece bu iki isim arasında mı geçecek?

Kurum’un adaylığının açıklanması ile ilgi çekici ilk yorumlardan bazıları Kurum’un kazanması halinde Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın ömür boyu Cumhurbaşkanı kalacağı, tersi durumda, yani İmamoğlu’nun kazanması halinde de, bir sonraki Cumhurbaşkanlığı için en büyük adayın İmamoğlu olacağı doğrultusundaydı. Diğer ifadesi ile 31 Mart İBB seçimi aslında Erdoğan ile İmamoğlu arasında olacak. Kim mi kazanır? Hiç bir fikrim yok. Tek bildiğim tansiyon her geçen gün biraz daha artacak.

Türk insanının gerçek gündemine, yani ekonomiye dönersek.

Memurlar ve memur emeklileri fena denemeyecek oranlarda zam aldılar, diğer ifadesi ile enflasyona karşı korundular. Peki diğer emekliler? Bu satırları yazarken hala bir karar çıkmadığı için bilemiyorum. Ama asgari ücretin epey altında kalan son emekli maaşıma baktığımda, ekonomi yönetiminin kulaklarını çok da hayırlı şekilde çınlatmadığımı çok iyi biliyorum. Hadi şimdilik elim ayağım tutuyor, uzmanlık bilgilerim sayesinde hayatımı idame ettirecek farklı gelir kaynaklarım oluyor. Peki ya yarın, elim ayağım tutmaz hale gelirse? Haydi bencillik yapmayayım, milyonlarca emekli sadece emekli maaşı ile yaşama tutunma kavgası verirken ve Türkiye’nin geleceği için yaşamsal öneme sahip olduğu varsayılan yerel seçimlere gidilirken hangi düzenlemelerle karşı karşıya geleceğiz?

Mevcut koşullar altında emeklilere bol keseden para vermek iktidarın tercihi olabilir. Peki ekonomi yönetimi bunu hoş karşılar mı? Şüphesiz hayır. Bir yandan daha sıkılaştırılmış bir para politikasından bahis edeceksiniz, öte yandan emeklileri mutlu edip oylarına talip olmak için Merkez Bankasını daha fazla para basmaya zorlayacaksınız. Bu yolla enflasyonu körükleyip, paranın alım gücünü daha da kötüleştireceksiniz.

Peki ya üzerine basılan kur?

Hani söylemeye bile çekindiğimiz, mevcut koşullar altında aşırı değerlenmiş gözüken Türk Lirası’nın yol açtığı olumsuzluklar.

Serbest bırakırsanız toplumda kopacak infial ile yüzleşme, serbest bırakmadığınız takdirde bel bağladığınız ihracat ve turizm gelirlerinde kaçınılmaz gerileme.

Tercihiniz hiç kuşkusuz hele şu 31 Mart’ı atlatalım da, sonrasına bakarız şeklinde.

Peki 1 Nisan’da ne olacak?

Gelelim şu Anayasa Mahkemesi, Yargıtay çatışmasına. Sokaktaki çok sayıdaki emekli büyük ihtimalle yüksek yargı kavgasının cebindeki paranın değeri ile doğrudan ilişkili olduğunun farkında bile değil. “Bana ne, yesinler birbirlerini!” diye düşünüyor olabilirler. Ancak pek öyle değil. Anayasal sistemin tartışılır hale geldiği ülkemize ne yazık ki şu sıralar çok muhtaç olduğumuz yabancı sermaye gelmiyor. Gelmesi bir yana yerliler dahi kaçacak yollar arıyor. Bu durumda da yukarıda bahs ettiğimiz, Merkez Bankası’nın para basması dışında yol kalmıyor.

Hele Sayın Erdoğan’ın Can Atalay’ı terörist ilan ettiği son açıklamalarından sonra, sorunun iki yüksek yargı arasındaki kavgadan ibaret olmadığını ve ne yazık ki artık Türkiye’deki yargı bağımsızlığı söyleminin de hiç bir geçerliliği olmadığını da bir kez daha derinden hissediyoruz.

Evet 31 Mart seçimleri sadece bir yerel seçim olmakla sınırlı kalmayacak. Çok daha fazla anlamlar yüklenecek, fazlasıyla gergin bir ortamda gerçekleşecek.

Umudumuzu tüketmediğimiz güzel yarınlara uyanmak dileği ile...