Yine çok kötü bir haftayı geride bıraktık.

Erzincan’ın İliç ilçesinde yaşananlar, siyanürlü toprak yığının altında kalan dokuz can, siyanürün Fırat nehrine akma olasılığı hepimizi derinden üzdü ve endişelendirdi. Kendi adıma maalesef dokuz can konusunda haberi duyduğum ilk andan itibaren hiç bir umudum olmadı. Siyanürün Fırat nehrinin sularına karışması konusunda ise endişelerim hep olacak.

Yöredeki tarımın bitmesi, suya karışan siyanürün yağmura dönüşüp yağması, yöre insanının çok daha büyük risklerle karşılaşması, Fırat’ın bir uluslararası su olmasına bağlı olarak başımıza çok daha büyük sorunlara yol açma riskini uzun yıllar tartışacağımız endişesindeyim. Öte yandan siyanür havuzunun yüksek deprem riski taşıyan bir bölgede fay hattının üzerinde olması da ayrı bir tartışma konusu.

Peki bütün bu görüntüler ve potansiyel riskler ortadayken, Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporunun nasıl verildiğini sorgulama hakkımız yok mu?

Anlaşılan ÇED raporunu verenler, işin vehametini görmezden gelmişler ama işi yapanlar ne olur ne olmaz, diye susmaları karşılığında yöredeki her aileye 130 bin TL vererek protokol imzalatmışlar.

Gariban İliç halkı felaket yaşanırken ekranlara çıkıp dertlerini ifade edemiyor, ya aldığımız parayı iade etmek zorunda kalırsak, ya işsiz kalırsak korkusuyla…

ARTIK İŞSİZSİNİZ…

Bence korkmalarına gerek yoktu ve artık gerek de kalmadı.

İfade hakkı bir insan hakkıdır ve parayla satın alınamaz, dolayısı ile imzaladıkları protokol baştan itibaren geçersizdir.  Anladığımız kadarıyla işletmeci firmanın (Anagold madencilik) lisansı iptal edildiği için ortada çalışılacak bir iş de kalmadı, zaten artık işsizsiniz.

Anagold’den söz etmişken, anladığımız kadarı ile bir ABD Kanada ortaklığı. Benzeri bir işletme mantığını kendi ülkelerinizde neden sürdürmüyorsunuz?

Sizlerin ülkesindeki ÇED raporları izin mi vermiyor?

Çevreciler ayaklanır da politikacılar zarar mı görür?

Usulüne uygun altın çıkartırsanız maliyetleriniz çok mu artar?

Meslek yıllarımın başında niye AB’ye katılmayı bu kadar desteklediğim sorulduğunda cevabım “kötü bir Ortadoğu ülkesi olmak istemediğim için!” şeklindeydi.

Maalesef bu son faciadan sonra kötü bir Ortadoğu’dan daha da öteye, kötü bir Afrika ülkesi haline dönüşmüşüz.

Zengin kaynaklarımızın sömürülmesi, insanlarımızın canlarının yok sayılması, verimli topraklarımızın işlenemez hale getirilmesi, vs.

Doğal olarak işin bir başka boyutu da denetim meselesi.

Yine meslek hayatımın bir döneminde Türk standartlarının AB standartları ile uyumlaştırılması konusuna epey kafa yormuştum. AB içinde yer alan ülkelerin kendi standartlarına bağlı olarak malların serbest dolaşımına teknik engel yaratmaması için tek AB standartına geçmesi ilkesi benimseniyor, bunun için CEN ve CENELEC diye iki kurum oluşturuluyordu. Bu oluşum sırasında en önemli soru işaretleri denetim konusu ile ilgiliydi. Evet denetimi yapacaklar belliydi belli olmasına da, standardizasyon sorunu aynı zamanda bir demokrasi sorunuydu ve denetleyeni kim denetleyecek, sorusuna da cevap bulunmalıydı.

Biz demokratik ülkeler sıralamasında hibrid demokrasi liginin sonlarında yer aldığımızdan bu soruyu sormamız, olsa olsa abesle iştigal etmek olur. İyi de demokratik ülkelerin ilk basamağında yer alan Kanada ortaklı bir şirketin Türkiye’de yaptıklarına Kanada hükümetinin ses çıkarmaması acaba “emperyalist” sıfatının kendilerine yapışmasına yol açmaz mı?

Kendi ülkemde denetleyeni de denetlerim, başka ülkelerde çıkarıma bakarım.

Kendi hibrid demokrasimize dönersek.

Bu yazının başlığını borçlar kanunumuzdan esinlenerek attım. Malum, kanunun bir bölümü “kusursuz sorumluluk!” alanlarını düzenler.

Detayı hukukçu arkadaşlarımızın anlatımına bırakıyorum.

ÇED raporunun altında imzası olanlar sorumluluklarını üstlenmekten itinayla kaçınıyorlar. Biliyorlar ki; kusurlular. Ama kusurlu da olsalar sorumsuz olduklarını kanıtlamaya, hele şu sıralarda yerel seçimlerin arifesine girilmişken sessiz kalmaya özen gösteriyorlar. Diğer ifadesi ile hukuki bir terim olan “kusursuz sorumluluk”, siyasi bir terim olarak “kusurlu sorumsuzluğa” dönüşüyor.

Hibrid rejimden kurtulacağımız, denetleyeni denetleyebileceğimiz, gerçek demokrasiyi yaşayabileceğimiz günleri görebilmek umuduyla…

Çok şey mi istiyorum?