Türkiye 22 yıldır Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP tarafından yönetiliyor.
AKP bir istisna dışında -2018 yapılan yerel seçimler- 2023 yılı dahil girdiği her seçimi açık farkla kazandı.
İstanbul sermayesinin bir bölümü ile askeri ve güvenlik bürokrasisinin katıldıkları, iktidar kavgasının ürünü koalisyonlar döneminin ardından iktidara geldi.
2002 SEÇİMLERİNİ 'SOL LİBERAL AYDIN' YENİ DÖNEM SAYDI
“Sol liberal” aydınlar, 2002 seçimlerinin sonuçlarını, Cumhuriyet tarihimizde yeni bir dönemin başlangıcı saydılar. Geçmişte; -1950’den başlayarak- on yıllık periyodlarda yinelenen, ekonomik krizler ve ardından iktidar değişikliklerinin yaşandığı bir ülkeydi Türkiye. AKP iktidarının başladığı 2002 yılından sonra bu sürenin iki katı aşıldı.
AKP'NİN SAÇ YOLDURAN FAİZ ENFLASYON DENKLEMİ
AKP’nin kerametleri kendilerinden menkul yöneticilerinin, faizler ile enflasyon arasında kurdukları, ekonomistlere saçlarını yolduran denklem, ülkeyi içinden çıkılması hayli zor bir darboğaza soktu.
Liranın değer kaybı, yaşadığımız enflasyon, kamu maliyesindeki dengesizlik ve kredi risk değerlendirme oranlarına bakılırsa, dünyada ekonomik koşulları en zor durumda olan ülkeler sıralamasında üstlerdeyiz.
Salt ekonomide değil, bölgemizdeki siyasal dengeleri Türkiye’nin kuruluş felsefesinden köktenci bir anlayışla uzaklaştırmak isteyen, içeride uzlaşmaz ama dış baskılar karşısında teslimiyetçi politikanın yüklediği sorunlarla da baş etmek giderek güçleşiyor.
DIŞ MİHRAKLAR, NAKARATI...
Ekonomi yönetimindeki başarısızlık karşısında, gerçeği kabullenmek yerine yurtdışındaki gelişmeleri, krizin nedeni olarak gösterme alışkanlıkları sürüyor. Örneğin Ukrayna-Rusya savaşında çatışan iki ülkenin yıllık enflasyonları, bizdeki ortalama aylık artış oranına yakın.
Özellikle Rus rublesi savaş öncesindeki değerinin üstünde fiyatlanıyor. AKP Yöneticilerinin “Rusya’nın enerji kaynakları çok zengin” savunmalarına karşı, ekonomik dengelerini savaş koşullarında bile koruyan, enflasyonu bizden çok düşük Ukrayna’nın durumu da ortada.
EKONOMİYİ BIRAKIP, ADAYLIK SÜRECİNE KİLİTLENDİK
Muhalefetin Türkiye’nin ekonomide yaşadığı sorunların, Rusya-Ukrayna savaşının çok öncesinde başladığını kanıtlayan, etkin bir çıkış yapmak yerine içe dönük, adaylık sürecine kilitlenmesi anlaşılır gibi değil.
Son genel seçimlerde ağır yenilgiye uğrayan muhalefet partileri, siyasal ilgilerini ülkenin genel sorunlarını çözecek paradigmalar üretmek yerine, yerel yönetimleri kazanmayı önceleyen yaklaşımlara tercih ediyorlar. Kişileri öne çıkaran, bölgecilik ve hemşehrilik örgüsü ile geçmiş seçimlerde kazandıkları seçim çevrelerinde, seçmen eğilimlerini gözardı eden aday belirleme tutumlarıyla, AKP’yi yenmeyi umuyorlar.
CHP, ÖRGÜTSEL TEMELDE ADAY BELİRLEME KLASİĞİNİ UNUTTU
Özellikle CHP çok uzun yıllar önce terk ettikleri, üyelik ve örgütsel temelde aday belirleme yöntemlerine başvurmaktan kaçınıldığı izlenimi uyandırıyor. Profesyonel araştırma şirketleri ve kendilerini değişimci olarak adlandıran, yeni yönetimin belirlediği kişileri adaylaştırmakta ısrarcılar..
Oysa kentleşme sürecinin sonlarına yaklaşılırken, kırsal kesim ile ilişkileri en aza inmiş, destekten yoksun on binlerin, içine düştükleri “kentli yoksulluğu” Türkiye’nin geçmişte karşılaştıklarından çok farklı boyutlarda. Enflasyonun acımasızca arttırdığı temel ihtiyaç maddelerinin fiyatları karşısında, bu kesimi rahatlatacak kalıcı çözümler üretilmesi ne yazık ki, muhalefetin gündeminde somutlaşarak, güven verici bir içeriğe kavuşamadı.
Temel kurumlardaki alt üst oluş, yetersiz ancak çıkar ile bağlı yönetici kadrolarının yarattıkları olumsuzluklar, genç kuşaklar başta nitelikli eğitim almış yurttaşların, ülkeye duydukları güveni her geçen gün azaltıyor.
MUHALEFET EKONOMİ PROJELERİ YERİNE GÜNLÜK VAATLERE ODAKLI
Muhalefetin kalıcı ve kabul edilebilir bir ekonomik programı önermek yerine, günlük yüzeysel vaatlerinin günümüz Dünyasına özgü koşullarda etkili olacağını ve iktidarı getireceğini beklemesi en büyük açmazı.
Türkiye’nin sorunlarının üretim ekonomisine geçilmeden çözülemeyeceği gerçeği bir türlü kabul görmüyor. Bu aşamada sorumluluğun -iktidar ya da muhalefet ayırımı gözetmeden- tümüyle siyaset kurumunda olduğu ise -şimdilik- gözlerden kaçırılıyor.
TEMEL FORMÜL, KAMU KAYNAKLARININ PAYLAŞIMIYLA SINIRLI
Seçim süreçlerinde seçmenlere yönelik siyasal vaatlerin ana fikri, hala kamu kaynaklarının paylaştırılmasına dayalı. AKP’nin iktidarının ikinci on yılında, çok dar bir çevreye aktarılan kaynakları ya da daha doğru bir deyimle, servet transferini bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor. Sözünü ettiğimiz bu sağlıksız yapılanmanın en önemli dayanağı ise kayıt dışı ekonomi.
Siyasal partiler; radikal çözümler üretmek için yeterli kitlesel desteği sağlayamazlarsa, Türkiye’nin iki yüzyılı aşkın süredir -eskilerin deyimiyle- içine girmiş olduğu fasit daireden kurtulamayacağını düşünenlerin sayıları hızla artıyor. Bu gidişin siyaseti radikal partilerin otoriter anlayışlarına teslim etme olasılığı gözlerden kaçıtılıyor.