Denetim mekanizmalarını etkisizleştirmiş iktidarın, kamu kaynaklarını kullanmanın ötesine geçen, kendi belirlediği kesimlere önceden tasarlanmış sermaye transferlerinin, yeterince eleştirilemediği bir dönemden geçiyoruz.

Bilinçli düşük faiz uygulamalarının kutsandığı, döviz rezervlerinin tüketildiği, önlenemeyen enflasyon yüzünden dar ve sabit gelirli kesimlerin yoksullaştırıldığı, banka mevduatlarının seçilmiş az sayıda yandaşa çok düşük faizlerle kullandırıldığı bir süreç bu.

Özelleştirme maskesiyle imar rantına kurban edilerek, yandaş şirketlere satılan şeker fabrikaları örneğini ele alalım..

Cumhuriyetin tarımsal üretimde yeterlilik politikasının önemli bir örneği olan bu kuruluşun, sınırlı sayıda ithalat yapan birkaç kişinin çıkarlarına feda edilmesi, ne yazık ki, kimselerin umurunda değil.

 

ANA MUHALEFETTE DEPREMZEDELERDEN SORUMLU!

Son depremde dünyaları başlarına yıkılan milyonların, tam bir yıldır çadırlardan ya da derme çatma konteynerlerden kurtarılamadığı bu süreçte, belirlediği aday/ları kendi seçmeninin yoğun tepkisiyle karşılaşan ana muhalefet, giderek kötüleşen bu durumun sorumluları arasında.

Yerel seçimler öncesinde muhalefetin tutumu; “ilk düğmesi yanlış iliklenen gömleğin iki yakası bir araya gelmez” deyişini doğruluyor.

CHP; genel seçimlere giden süreçte önceki yönetim tarafından, başarıya kendi sağına dönerek ulaşacaklarını varsayan bir anlayışla hazırlandı. Sürekli eleştirdiği AKP’ye benzer söylemleriyle, bu partinin  seçmenlerinin oylarını alacağına güvendi. Oysa “Altılı Masa” adını verdikleri ittifak, kamuoyunda “Bremen Mızıkacıları” izlenimi uyandırmanın ötesine geçemedi.

Son seçimlerden muhalefetin hiç beklemediği ölçüde başarılı çıkan, AKP önderliğindeki “Cumhur İttifakı” ise bütünlüğünü korudu. Yakın görüşteki partiler için çekim ve siyasetin merkezi haline geldi.

AKP ideolojik yönden “Sünni İslam” anlayışını savunmanın bir adım ötesine geçti. Genel seçimlerde elde edilen oy oranı ile Cumhurbaşkanlığı seçiminde alınan sonuç arasındaki olumsuzluğun farkına kısa sürede vardı.

Anayasa değişiklikleri ile uzun süre önce terk ettiği demokratik tutumundan vaz geçmekle yetinmedi. Günlük yaşamın her alanında laiklik ilkesini gözardı eden bilinçli tutumuyla, merkezden uzaklaşan radikal İslamcı ve Milliyetçi sağı iktidarının şemsiyesi altında toplamaya yöneldi.

MHP ve Hüda-Par’ın Cumhur İttifakı altında buluşmaları muhalefetin tepkisini çekmedi.

Özellikle  CHP Seçim sürecinde yoksullaşan sabit ve dar gelirliler için köklü çözümler önermek yerine, iktidarın elinde bulunan rahatlıkla kullanabileceği olanakları zorlamaya yöneldi.

Ücretlilere zam vermek üzerine kurduğu iletişim stratejisini uyguladı.

ANA MUHALEFETİN STRATEJİSİ ADAYLAR YERİNE REFERANDUM OLMALI!

Ancak elinde bulunmayan iktidar olanaklarını seçim vaadi olarak seçmene sunması, beklediği oy artışını sağlayamadı. CHP’nin stratejisi bir Çin bir atasözünün geçerliliğini bir kez daha kanıtladı. “Aç insanlara balık vermek yerine nasıl balık tutacaklarını öğret.”  AKP zaten iktidardaydı ve Çin atasözünü; ücret ve ikramiye artışı ile bir yere kadar uygulamalarına yansıttı.

CHP önümüzdeki seçimlere ilişkin aday belirleme aşamasını tamamlayamadı. Özellikle kazanılacağına kesin gözüyle bakılan, İstanbul başta seçmen sayıları yüksek ilçelerdeki gecikmeler, kurultay sonrası süren çekişmenin henüz sonlanmadığını gösteriyor.

Ana muhalefet partisi, stratejisini adaylar yerine, önümüzdeki seçimlerin gerçek bir referandum olması üzerine kurgulamak zorunda.