Bir tren değiştirme operasyonunu başaramayan İstanbul’da yaşayan insanlar, bir seçimde parti ve aday değiştirme sürecinde sağlıklı karar verebilirler mi?

Türkiye’de demokratik yaşam mümkün müdür? 

Demokrasi, halkın katılımı ve seçimiyle gerçekleşen bir yönetim biçimi. Bunun için halkın kimi, niye seçtiği çok önemli. 

Çocuklara ne yiyeceğini sorduğumuz zaman sadece köfte patates, yani hazırcılarda satılan paketleri istiyorlar.

Bu sağlıklı bir seçim midir? 

Çocuk zekasında ve bilincinde olduğunu ne yazık ki fark etmemiz gereken Türk seçmen nüfusu, seçimlerde nasıl karar verecek?

Önceki gün, Kartal’dan bindiğim Marmaray’da üzücü bir olay sonucu ciddi bir operasyon yapılmak zorunda kalındı. Göztepe istasyonuna yaklaştığımızda Feneryolu durağında bir kişinin kendisini raylara atarak hayatını kaybettiği fısıltısı sosyal medyadan yayılmıştı. Dolayısıyla Halkalı yönüne giden trenler için istasyon ulaşıma kapatılmıştı. Gebze yönüne giden hat ise açıktı. Görevlilerin yaptığı operasyon planı, 

Halkalı yönüne giden trenin yolcularını karşı perondaki trene aktarıp Söğütlüçeşme’de aynı operasyonu bu kez yine ters yönde tekrarlamak suretiyle kimsenin mağdur edilmemesi biçimindeydi ve akıllıcaydı.

OPERASYONA UYMAK

Ancak bunu yolculara anlatmak ve uygulatmak hiç de kolay olmadı.

Sürekli yapılan anonslarla yolcuların treni boşaltmaları ve karşı perona gelen ve orada boşaltılacak olan trene binerek yola devam etmeleri isteniyordu. Karşı yöndeki trenden gelen yolcular da inecek ve bizim boşalttığımız trene binerek ters yönde bir durak kadar, yollarına devam ederek inip tekrar kendi peronlarına geçecekti. Karışık gibi gözükmekle birlikte el birliğiyle davranıldığı takdirde çok kolay ve akılcı bir çözümdü ve yolcuların bir kısmı bunu kolaylıkla anladı ve uyguladı.

Gelin görün ki bir bölümü anlamadı ve uygulayamadı.

Bizim boşalttığımız trene orada bekleyenlerin binmek istemesini önlemek gerekti. Karşı perondakilerin de boşalttıkları trenden inip ters yöne gittiğini zannettikleri trene binmeye ikna edilmeleri zor oldu.

Bir istasyon sonra bizim o trenden inip tekrar kendi yönümüze giden trene binmek için ikna edilmemiz de adeta bir olaydı! 

Sürekli yapılan anonslara rağmen yolcular yolculardan bilgi alıp yönlendirilebildi. Hele yabancılar iyice şaşkındı ve sürekli “Biri İngilizce olarak ne olup bittiğini anlatabilir mi?” diye bağrışıyorlardı. Tabii ki burada intihar etmek isteyen lütfen toplumsal hayatı bozmayacak bir yol seçsin demeyeceğim. Çünkü zaten intihar edenin amacı kendi çaresizliğine dikkati çekmek, bir isyan, bir çığlık ki, duyulmasını sağladı!

KİM KİME NASIL OY VERECEK?

Buradan nereye mi varacağımBir tren değiştirme operasyonunu sağlıklı düşünerek başaramayan İstanbul’da yaşayan insanlar, bir seçimde parti ve aday değiştirme sürecinde sağlıklı olarak karar verebilirler mi sizce?

Romanlar göbek atarak

Bir örnek daha vereceğim: AKP İBB Başkan Adayı, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, Romanların olduğu bir mahalleyi ziyaret etti ve davul zurna ve göbek havasıyla karşılandı. Romanlar bol bol göbek attı.

Bu toplumun en ezilmiş, itilmiş, kimse tarafından görülmemiş, eğitimsiz, işsiz, yoksul kesimi Romanlardır. En son yaşadıkları mahalle de evlerinden alınarak şehrin dışına sürülmüş sürünüyorlar. Bunu yapan iktidarın, üstelik de bu işten sorumlu bakanı gelmiş oy istiyor ve protesto edeceklerine göbek atıyorlar.

Padişah vezir fıkrasını bilir misiniz? Bir ülkenin padişahı, kralı, başkanı, her neyse vergi üstüne vergi koyuyor, ama halkın hiçbir sorununu çözmediği gibi baskı ve zorbalıkla hayatlarını da zehir ediyormuş. Halk, yoksul, işsiz, eğitimsiz, çaresiz, çözümsüz, perişan ama sesini çıkarmıyormuş. Vezir arada bir halkın arasında dolaşıp asayiş berkemal diye rapor veriyormuş padişah, başkan, cumhurbaşkanı her ne ise o üst yöneticiye! Bir gün yine gelmiş ve demiş ki “Padişahım, halk zil takmış oynuyor! Göbek atıyor!” Padişah demiş ki “Şimdi işler sarpa sardı demektir!” 

Kıssadan hisse, çıkaran olur mu?

Olmaz!

Dilber, evin var mı, Yoh Yoh! O zaman hadi göbek atalım!

Bilimsel açıklaması

Biraz da ciddiyet: Değerli akademisyen Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’nun yıllar önce anlattığı ama her seçimde popüler olup sosyal medyada dolaşan bir açıklaması var bu konuda:

“ Türkiye’de güçlü bir orta sınıf yok. Onun yerine kalabalık bir istihdam dışı kent yoksulu tabaka var. Orta sınıfın talebi özgürlük, haklar ve hukuk devletidir. Oysa istihdam dışı kent yoksullarının hukukun kendilerine yaradığını düşündüklerini gösteren bir kanıt da yok, hukuk dışı uygulamalardan olumsuz olarak etkilendikleri, şikâyetçi olduklarını gösteren kanıt da. İçinde yaşadıkları ortam, hukukun içinde değil zaten. Bu kitlenin hukuk devleti bilgisi de yok, yaşadığı ortamda hukuka uymanın maliyeti de fazla. Gecekonduda oturan, kayıt dışı ekonomide çalışan, elektrik, su, vb. hizmetleri ödeme gücü olmadığı için bunları bedava temin etmeye çalışan geniş kitleler. Bu kitlenin hukuk devleti, adalet ve hukuk kurallarına uygun bir imar, trafik, enerji yasası talep etmek gibi bir lüksü olabilir mi? 

Türkiye’de güçlü bir kent yoksulu, lümpen -proleter bir sınıf siyasete ağırlığını koyuyor. Buna dayanan bir demokrasi sürdürüle bilemez.”

Kitlenin talebi yok!

Yani yukarıda canlı örneklerini verdiğimiz gibi, basit bir tren operasyonunu bile zor beceren bir kent orta sınıfıyla, kendi celladını göbek atarak karşılayan bir yoksul kitleden doğru siyasi tercihler yapmasını beklemek gibi bir ütopyanın içinde savrulup duruyoruz. Bu ortamda ne Hacer Foggo aday gösterilir, ne Lütfü Savaş, adaylıktan çektirilir. Bizim gibi aklı evvel olduğunu sandıklarımız da bari kötünün iyisine oy verin de daha beter olmayalım diye yırtınır!  Bazıları bizim seçmenin bir feraseti vardır, der her seçimde, 20 yıldır görüyoruz o feraseti. Bunun suçu asıl öbür tarafın feraseti olamamasında tabii, umut yok mu? Umut sizsiniz, biziz! Umut yoksa hayat da yok!