Omuzlarımda hep dünyanın acısı, ruh sağlığımı korumaya çalışıyorum. Çünkü çok çektik. Çektiniz. Bu ülke biz iyi insanlara çok çektirdi, hep kötüler kazandı.

Gazetecilikte yeni yıl yazısı yazmak adettendir. Neler yaşandı, neler yaşanacak listeleri yapılır, biraz da gelecek için umut aşılanır. Umut etmek yarını karartmaktan iyidir, felaket tellallığı yapmaktansa inşallah, maşallah. İyi de, yaşadığımız, yaşayacaklarımızın öngörüsü değil mi? Bırakın son 22 yılı, son iki yıl, son bir yıl, iyi güzel ne yaşadık, gerek ülkemizde, gerek dünyada? Savaşlar, yoksulluk, cehalet, hastalıklar, ölümler, umutsuzluk.

TELEFONLA YAŞAM

Sosyal medya diye yeni bir yaşam biçimimiz var, elimizde telefon, yediğimiz içtiğimizle, sevdiğimiz, kızdığımızla orada yaşıyoruz, daha doğrusu yansıyoruz. Ülkemde, dünyada bu kadar acı varken çoğu zaman utanıyorum bir mutluluk fotoğrafı paylaşmaya. Sosyal medyayı ayrıştırıyorum, birinde daha çok haber değeri taşıyan acı gerçekler, eleştiriler. Diğerinde kültür sanat, müzik, arada bir mutlu anlar, bir gülümseme, bir güzellik, bir doğa fotoğrafı, oyun oynayan bir kediağlayan bir kuçu, onların da başına gelmeyen kalmadı! Ve o paylaşımlara bakan, yazan, yanıtlayan oldu mu, bir mutluluk! Bir iş oldu bazıları için, influencer. Etkileyen kişi.

ETKİLİ KİŞİ

O ne giyerse onu giymek, o nerede yerse onu yemek. Nereye giderse oraya gitmek. Gazetecilikte de böyle bir influencerlık dönemi başladı sanki, influencer gazeteciliği. Marka tetikçiliği. Bir markanın etkinliğine katılıp, iki fotoğraf, üç cümle paylaştın mı, bitti gitti! Alan memnun, satan memnun, markadan bahsedildi. Reklam değil, halkla ilişkiler. Yeni moda gazetecilik.

Zaten gazeteciliğin klasik bir tarifi vardır; yazmanızı istedikleri şeyleri yazar, sormanızı istedikleri şeyi sorarsanız, onun adı habercilik, gazetecilik değil, halkla ilişkilerdir, yani PR. Ya da siyaset alanındaysa propaganda. Uçak yolcusu gazetecilerin yaptığı gibi. Sorular çanak, yanıtlar belli, dışına çıkmak söz konusu değil, manşetler malum gazetelerde aynı.  Ekonomi gazeteciliği de artık buna dönüştü, marka tetikçiliği diyorum buna. Her konuda, her etkinlikte bulunmak, davet sahibiyle fotoğraf, iki üç cümle tanıtım ve paylaşım, daha kapıdan çıkarken haber yayında! Üstelik gerçek influencerlar gibi para da kazanmıyorlar, yeme içme, gezme bedava, o kadar.

Oysa gerçek influencerlar paraya para demiyor. Yaşadıkları lüks hayat, prensesleri kıskandırır. Marka yüzü oldu mu, uçar gider. Konumuz onlar değil, ama etkilerinin müthiş olduğu bir gerçek: Arap asıllı bir influencer, elinde bir tatlı tabağı ile Galata Kulesi önünde poz verdiğinden beri Viyana Kahvesi isimli cafenin önünde her saat kuyruk var, listeye yazılıp bekliyorlar, sıraları gelince içeri girip kahve içip San Sebastian cheese cake yiyorlar. Ben artık dalga geçiyorum, biz Galatalılar, asırlardan beri bunu yer içeriz! Bense geleneksel ritüellerime düşkün biri olarak İstiklal Caddesi’ne çıkıp tavukgöğsü kazandibi yiyip, çay içiyorum!

DİZİLER

Tabii hayatımızı etkileyen bir de diziler var: Kızılcık Şerbeti tutkumuz artık “Kızıl Goncalar”la devam ediyor. Yaşam biçimi farklılığı orada daha belirgin. Bu son günlerde beni iki olay çok etkiledi: Sabah saatlerinde yapılan bir basın gösterimi filminden çıkmıştık ki sinemanın fuayesi çocuk neşesi ile doldu: yaşları 8-12 arası en az 20 küçük kız, başlarında eğitmenleri ile bir komedi filmi seyretmeye getirilmişti, yılbaşı eğlencesi olarak. Ne güzel değil mi? Ne ki o küçük kızlar, birer Kızıl Goncalar kızlarıydı; baştan aşağı simsiyah giyimli ve sadece yüzleri, elleri açık. Kimileri hatta çarşaflıydı! İstinye’de yerleşik Melek Akdağ Yatılı Kız Kuran Kursu öğrencileriymiş çocuklar. Yatılı kuran kursu demek okula da gitmiyorlar herhalde, sadece yat kalk kuran oku. Ben ne yaşıyorum, o güzel küçük yavrular ne yaşıyor, kapkara kıyafetleri gibi kapkara bir adanmışlık. Hıristiyanlığın rahibelerinden ne farkları var? Kim bilir bunlardan ne çok var, kaç çocuğun hayatı kararıyor, kaç yaşında evlendiriliyor, çocuk doğuruyorlar?

ERLER SERBEST KALDI

Haydi bir de medyaya yansımamış, sosyal medyada paylaşılmış güzel haber: Gecenin karanlığında koşan gençler ve onları kolları açık, mutluluk göz yaşları ile karşılayan yakınları. Benim yıllardır takip ettiğim bir adaletsizlik sona ermiş, 8 yıl sonra! 15 Temmuz gecesi, komutanlarının verdiği emirle kamuflaj ve silahla sokağa çıkarılan, başka türlüsü mümkün müydü, emirlere itaat ederek ne yap deniliyorsa yapmış olan, olay bastırıldıktan sonra da yakalanıp dayak yiyen, işkence gören, kimisi öldürülen ER ler. Sadece vatani görevini, askerliğini yapmak için orduya katılmış erler, içlerinde müebbete mahkum edilen bile var, karar Yargıtay’da bozulunca, serbest bırakılmış, ailelerine kavuştular! Göz yaşlarıyla defalarca izledim o görüntüleri, belleğimde bir fotoğraf kazılı, vatan haini diye cesedinin bile köye gömülmesine karşı çıkıldığı için yol kenarına mezarı kazılmış, öldürülmüş bir köy çocuğu, bir ER! Onun cezası geri alındı mı?

YA ÖĞRENCİLER?

15 Temmuz müebbetlerinden davalarını izlediğim, yanlarında durduğum askeri öğrenciler, uzman çavuşlar, kışlalarından çıkmamış stajyer teğmenler ne olacak? Öğrenciden darbeci olmaz diye az mı yazdım? O öğrencileri müebbette mahkûm ettiler, ailelerinden en uzak yerlere gönderdiler ki, gidip göremesinler evlatlarını, kimileri yollarda trafik kazalarında can verdi!

Kısaca söylemek istediğim şudur: ben gazeteci olarak omuzlarımda hep dünyanın acısını taşıdım, son yıllarda kendimi sanata, müziğe vererek ruh sağlığımı korumaya çalışıyorum. Çünkü çok çektik. Çok çektiniz. Bu ülke biz iyi insanlara çok çektirdi, hep kötüler kazandı. Gençlerimizin gözü dışarda, tek umutları, yabancı olarak kalacakları başka ülkelere kapağı atmakta. Umutları kalmadı. Bir atın 7 saniyede anladığını biz 22 yıldır anlayamadık. Sırtımızdan atamadık! Umut, Kaf Dağı’nın arkasında değil, bizde. 2025, kandırılmayacağımız, yalanlara inanmayacağımız bir yıl olsun! Gözümüz açık, zihnimiz berrak olursa iktidarı da değiştiririz, dünyayı da!