Dizinin seslendirmesi o kadar başarılı yapılmış ki orijinaline ihtiyaç duymuyorsunuz bile. Tüm araştırmalarıma rağmen seslendirme ekibinin isimlerine ulaşamadım. Bir zamanlar kitap künyelerinde editör isimlerine yer verilmezmiş. Yayıncı kuruluşların emeği geçen sanatçıların isimlerini paylaşmaları bir gerekliliktir. Seslendirme sanatçılarının da oyuncular, senaristler ve yönetmenler kadar, emeği göz ardı edilmemelidir. “Usher Evi’nin Çöküşü” müziklerden görüntülere, senaryodan oyunculuk performanslarına kadar her yönüyle kusursuz bir bütünlük sergileyen bir yapım.

Ünlü şair ve yazarların edebi metinleri üzerinde yürütülen analiz çalışmaları, eserlerin ayrıntılı bir şekilde anlaşılmasını sağlamak ve edebiyatın derinliğini keşfetmek için yapılır. Yapılan çalışmalar, edebi eserlerin çeşitli yönlerini ele alarak yazarın düşünce dünyasına dair kapsamlı bir bakış açısı sunar. Edgar Allan Poe’nun eserlerinden ilham alınarak hazırlanan “Usher Evi’nin Çöküşü” adlı dizi ile ilgili bu tür çalışmaların tam tersini yapmaya çalıştım. Açık bir anlatımla ekrana taşınmış bir konuyu, etkilenme biçimlerine bir örnek teşkil etmesi için ve kendi yazma kapasitemi sınamak amacıyla karmaşıklaştırdım. Şiiri okuduktan sonra, metin çözümü için diziyi izlemek yeterli olacaktır.

Daha önce herhangi bir dizi şiir ile anlatılmış mıdır bilmiyorum. Sekiz bölüm değil, benim için yüz bölümde olsa fark etmezdi, aynı tempoda yazardım. Sadece o yoldan geçen ustalara bir selam vermek istedim.

Usher Evi’nin Çöküşü (The Fall of the House of Usher)

Tür: Dram, Gotik Korku

Yönetmen: Mike Flanagan, Michael Fimognari

Senaryo: Mike Flanagan, Justina Ireland, Rebecca Klingel, Dani Parker, Kiele Sanchez, Jamie Flanagan, Emmy Grinwis, Mat Johnson. Edgar Allan Poe’nun şiiri ile kısa hikâyeleri.

Oyuncular: Carla Gugino, Bruce Greenwood, Mary McDonnell, Henry Thomas, Kate Siegel, Rahul Kohli, Samantha Sloyan, T’Nia Miller, Zach Gilford, Willa Fitzgerald, Michael Trucco, Katie Parker, Sauriyan Sapkota, Matt Biedel, Crystal Balint, Ruth Codd, Kyliegh Curran, Carl Lumbly, Mark Hamill

USHER EVİ’NİN ÇÖKÜŞÜ - KAPALI ANLATIM

Gök gürültüsü seneyi devirirken çevir düşüncelerini geçmişe,

Takip etsin o veya onun sendeki izleri ruhunu.

İşte tam şimdi, yükseklerdeki balkonda maskeli bir silüet,

Gecikmiş ruhları gözetler mağrur bir duruşla.

Bir çocuğun masumiyetine sığınmayı dilersin yanındayken,

Ama soru soran o hüzünlü bakışlar buna izin vermez.

Kalabalıklar toplanmış, hesap sormak için sabırsızlanır,

Üç kapılı kalplerden çiçekli mabedin önünde.

Uğursuz Kasım’da sıralanmış çocukların, boylu boyunca karşında, 

Her şeyin başladığı o yerde ve senin ihanetinle noktalanan bir zamanda. 

Yanına kâr kalmadığını hadi söyle eski dostuna, 

Hiç kimsenin yanına kâr kalmadığı gibi.

Lekesiz, kusursuz sanılan gizlemiş bir geçmişin ardından bile, 

İtirafın rahatlamak için değil, sadece bir veda doğduğun eve. 

Ne olacaksa hepsini kabul et, bu ot bitmiş küf kokulu yerde, 

Her şey sözünü tamamlasın burada, başladığı gibi.

Çocuklarını ve onlara biçtiğin değeri anlatacaksın eski dostuna, 

Sonra ne anlattığının ne de bildiğinin bir önemi kalacak. 

Hayatın içine bırakılmış herkes gibi, olanları anlamak için yola çıkacaksınız. 

Çocuklarına ve onlara bahşettiğin değeri dillendireceksin, 

Tüm o bilgiler zamanla solacak, gençliğin gibi.

O yasaklı eve girmek, bir sırrı aralamak isteği gibi saracak düşüncelerinizi. 

Kabuğunun altında dünyayı süzerken, kötülüğün varlığı ile karşılaşacaksınız. 

O kaderin öpücüğü, annenizin üzerine konarken seyirci kalacaksınız olanlara. 

Duvardaki saatin sarkacı, zil sesine karıştığında, 

Kaybolmuş bir inancı sorgulayacaksınız.

Kötülükten medet ummak için çıkın yola, 

Umutsuzluğun derin çukurundaki sizi görsünler diye. 

Bağrına dokunursun bir kaybın, soğuksa kendin yaparsın tabutunu. 

Sesi kesilir hastalıklı ruhun, bedenden sıyrıldığında. 

Ve saklayın siz iki kardeş, kapatın üstünü bir annenin. 

Gizleyin toprağın kara bağrında bedenini. 

Unutkanlığın örtüsüne bırakın terk edilmeyi.

Gökler gürüldesin, parıldayan şimşekler yalayıp geçsin bu şiddetli yağmuru. 

Mezarında huzur bulmasın anneniz, kırsın tabutunu yarım kalan işleri için. 

Çamura bulanmış, ruhsuz bedeni ayaklansın, zalimlerin canına kastetsin. 

Ne ölümden ne de ötesinden iyilik bekleyin, olanlar olmayacaksa. 

Hesaba çekilmeyeceğini düşünerek rahatlatılmasın vicdanlar.

Açılsın demir kapılar, intikamlar alınsın yılların boğazına sarılarak. 

Son kahkahasının ardından yükselen çığlığı göklerde uçup kaybolsun. 

Güçlü bir zorba devrilirken, hatırlansın bir annenin son iyiliği. 

Sonra kendi üzeceğin çocuklarını yarat, sözün bir sanrıdan ibaret kalsın. 

Olacaklar için fısıldasın, şehvet denen illet arzularına. 

Çocuklarının ruhlarına çöküveren tutarsız karakterlerini anla. 

Atalar göçüp gittiklerinde, miras bırakırlar gizlerini.

Büyük sözler dönüp seni yıkar, onun gibi olmayacağını yinelesen de. 

Sen kimsin ki başkalarının siluetine bürünmekten kaçınasın? 

Altı çocuğun ardına kadar açtığın kapıdan gönüllü girerken, 

Attılar ilk adımlarını bilinmezin içine. 

Onlar da vaat edilen cennetin göz kamaştırıcı büyüsüne teslim oldular.

İlaç mıdır derde deva korkunç işlerinin ardında kalanlar.

Ahlaksızlık ve sahtekârlık tetikçisi, yıkımların kaosundan doğan evlat…

Dehşetin yankısı sürerken, son bir kadeh koyar masaya geçmişten gelen. 

Koyular karışır gözlerine, geride kalmış yaşamları gizleyerek. 

Varoluşun pusuda yatar, kendi kanına ihanetinin sinsi gölgesiyle. 

O olaylı gecede 1979’un solgun anılarına kadehler tokuşturun karşılıklı, 

Anlaşma meleğine dünyayı değiştireceğinizin ilan edin hadi… 

Kuzgun konuşsun kadın sesiyle, akıbeti sıralasın önünüze. 

O gece hissedilir bir zaferin müjdesini versin, gözlerinizin içine bakarak. 

Belirsizlik başlangıç ve bitişlerdeki hakimiyetini korurken işte budur sizi aldatan. 

Evlatlarının boyunları bükük, üzgün bakışlarıyla sıralanır o mabedin katında, 

Bakarlar sessizce, bir eşikten geçmiş, korkuların zincirlerinden azat edilmiş gibi. 

Başında soluklandığın merdivenlerin sonu düşüş, 

Bir kuzgun tepende sana vakti ilan eder, zil sesinden sonra.

***

Rahat yok ölülere yerin altında, dünyanın kirine bulanmışsa.

Hasta eder doyumsuz yürekler, dokunduğu her şeyi. 

Hileyle meleklerin yaratıcısını aldatmayı mı düşündün? 

O değil midir, ölüm meleğine can veren? 

O bitip tükenmez, açgözlü arzular ki verilmiş sana. 

Hiçbir zaman yetmeyecek, kazanımlar sıralansa da. 

Çok basit bir seçimin sonucudur olanlar, 

Başına açtığın bağımlılık belası yönlendirir saf yoldaşını. 

Düşman gibi kapına eş diye kukla yaparsın onu. 

Kazanma arzusu varlığını yok edene dek sarar seni. 

Zira yeryüzünde bu arzuyu doyuracak ölçü de bilinmez. 

Son oğlun gölgen olamayacak kadar acemi, huysuz ve tecrübesiz. 

Ve aşağılanmak onu yolundan döndürmez.

Ödeteceği bir cezası vardır ağabeyine. 

Onu bekler kuzgun, sarı saçlarıyla kırmızıya bürünmüş, 

Şehvete görkemli bir mezar olacak o yerde, 

Sadece bir anlığına parlar ve sessizce kaybolur, bir göz kırpıştan sonra. 

Kazanamadığı her zaferde zorbalığa muhtaç o çocukların, 

Karşılarına çıkanların kanatlarını kırarlar, yollarını yıkarlar. 

Kışkırtılmalı gözden kaybolmuş o eski arzular, 

Sunulmalı kapının tam eşiğinde ahlaksız teklifler.  

Davetiye tutuşturulmalı ikilemde kalmış esmer dilberin eline, 

Kalabalıklar mavi ışığın altında kendinden geçerken,

Ölüm, kırmızı pelerinler içinde kapıda belirir, son dokunuşu yapmak üzere. 

Ne kadar zorsa sahiplenmek, değeri artar bir maskenin ardındaki gülücüğün. 

Kokularla birbirine karışan istekleri fısıldar kızıl odada kuzgun, 

Şimdiyi ve geçmişi anlatır, cahil bakışlar saçan o genç oğluna. 

Son bir kararın, son bir sözün, son bir bakışın belirmesi… 

Biraz zaman olduğu andır, canlı bedenlerin son hareketi,

Sadece huzur bulmak varken, sonuçları doğurur o yanlış seçimleri. 

Yokluğun boşluğundan varlık sahnesine çıkan o delikanlının önemsiz tercihleri, 

Ve tüm o diğer kararlar zincirine denk gelen şimdiki an... 

Sonuçlar sebeplere doğru uzayıp giderken,

Dokunurlar hayata o yaramaz çocuklar eşliğinde. 

Ölümcül bir öpücükle, maske ait olduğu yerdedir artık.

***

Kardeş için bir damla gözyaşı dökmeyen taş yürekli kızın, 

Gün gelir, kendi kendine itiraf eder,

Hile ve illüzyonlar arasında dönüp durduğunu. 

Kalır olduğu yerde düşünceleri, çünkü hiçbir yere ait hissetmez kendini. 

Sırf ölümle karşılaşmak, ne kadar kısacık bir süre olsa da… 

Etkisiyle yalayıp geçer düşüncelerini. 

Karşılıklı oturmuş, öğüt verirken dostuna, 

O an anlarsın, en sağlam direncin bile nasıl kırılabileceğini. 

Arzuların kuytularına hafifçe dokun, 

Ve koltuğunda rahatça uzanarak olanları seyre dal. 

Aracıdır ilaçlar, bu hikâye de kendi ruhunu dillendiren, 

Aklındaki sinsi düşüncelerin arkasındaki o derin sırlar gibi.

Uyarılara aldırmadan yanlış bir yerde ısrar etmekse bilgelikten uzak. 

Uyarır kuzgun, gülümseyerek ve yarı gölgeli yüze bakarak, 

Bir şempanzenin çığlığının ne anlama geldiğini anlatmaya çalışır kızına. 

Ama kötülük yapabilme kapasitesi ile kara sebeplere bağlılığı bırakmaz yakasını. 

Daha önce hiç korkutucu bir hakikatle karşılaşmamıştı, o hırslı kızın, 

Pençenin ölümcül vuruşuyla son nefesini vermeden hemen önce, 

Tanık olur bu vahşi sonun, mahkûm oluşuna. 

Yine de inanmaz, istediğini almak için son bir hamleyle ecelini onaylar. 

Mavi gözleriyle, kanlar içinde bekler kurbanının başında bir şempanze, 

Ve onu görenlere sinsice, kızgınca ve kahramanca sırıtır.

***

Esrarengiz dişi kara kedi, tekinsiz duruşuyla tam yerinde alıcısını bekler. 

Hayat mı kurtarır yoksa hayat almak için yerleşmeyi mi bekler? 

İnkâr ederler olanları, sırf o korunaklı yere hızlıca dönebilmek için. 

Ama bilmezsin ki oğlunun baş edemedikleri başına musallat. 

Kısa süreli kaçışlar beyhudedir, ne bir sonuca ne bir huzura erer. 

Her şeyi inkâr edip gitmekse başka bir seçenek. 

Ateş etmek, gürültüyle düşman hattında şüpheleri çeker üzerine. 

Eski bir tanıdık, eski bir anlaşmayı hatırlatır, yönünü değiştirir yolunun. 

O duvarın önünde durup olanları sorgulamak için bakar, tam ortada, 

“Hoş geldin” diye öter kara kuzgun, ikiz kız kardeşine. 

Şüpheli bakışlar, koyu karanlığın içine düşer. 

Yaşamı değiştirmek, bir yanılsamadır sadece,

Kanca atarken kalbine usulca, o yalanla dolu gösterişli sözlerle. 

Kapıda belirir dost ve düşman, 

Sayar bir bir doğru olanı masaya serer, bakışlarıyla onay alır. 

Sıradan değil, 1979 özel bir hayalin temsili. 

Olağanüstü özel biri için şekercinin nasihatleri. 

Kara kedi, gözdağı verircesine devam eder ölüleri serpiştirmeye, 

Ve o basiretsiz, duvarları kırıp geçerek çaresini arayan, 

Son bir savrulmayla, son uçuşunu yaşayan oğlun teslim olur.

***

Kuzgunun kadere dokunuşu kabul edilmese de… 

Seçimler karşısında bir cevap bekler. 

Ölümsüzlük peşindeki taçsız kraliçe, çağrılır karanlık krallığındaki tahtına. 

Son dakikalarında geçmişin karaltıları arasından süzülerek yerleşir oraya.

Geleceğe hızla kendi efsanenizi yazarken geçmişi yabana atma. 

Evlatların şöhret, para ve içi boş dumanlı bağlılıklarla yaşarken, 

Şimdi geride kalan hayaletleri senin boşluğunu doldurur. 

Kimi bilgi ile bedenini yatıştırmak, 

Kimileri sevgi ile içlerindeki açlığını bastırmak için çabalar. 

Bir sevgili, canavar kızının kanlı elleri arasında kaybolup gider. 

Düşer yere, oyun biter vicdan azabı düşünceleri esir alır, 

Sen bir baba ve bir kral, hafife alırsın kraliçeyi. 

Rüya göremezler, hayali sönükler, karanlık dilleriyle alçaltırlar erdemi. 

Aklına güvenmez kızın, şarkının sesini açar. 

Yapay bir kalpten gelen o ses, çılgınlık ritmiyle yinelenir, 

Dayanamaz iç gıcıklayıcı o sese ve yaptığı caniliğe. 

Pişmanlık çığlığıyla karşılık bulur bıçak darbesi. 

Şaşkın bir bakışla veda eder sana, bedelini öder öfkesinin.

***

Bu dinmez acıyı yaşarken itiraf etmek düşer sana,

Ölümü, evlatlarının soğuk dokunuşuyla savurduktan sonra, 

Gücü ve görkemi sunmayı dilesen de o kraliçeye, 

Uğurlamak istesen de onu safirlerle, 

Bir ihanetten öteye gidemez özverin.

Gerçekliğin görünüşü kaybolurken rüyalara düşmekten sakın. 

Gündüz gözüyle düş görürsen, ayırt edemez olursun gerçeği. 

Devası yoktur henüz bu derdin, zenginliğinde çare etmez. 

Bilincin verimli toprakları işgal etme çabasında, 

Dünyanın ötesinde, kutupların en ıssız yerinde, 

Bilinmeyen buzullarda, kuzeyin en karanlık noktasında, 

Bir seyyahın gözleri şeytanla kesişir ama farkında değildir. 

Keskin, kırık ayna parçaları kanatır öz kızının ayaklarını. 

Alacaklı anlaşma meleği karşısındadır işte, kraliçenin.

Onu tutmak isterse, sadece karası kalır elinde. 

Savaşır ilk kızın kendine karşı yansımalarla, 

Kırar her bir aynayı, kaçar kendi gerçekliğinden. 

Yaklaşır kaçınılmaz olan tüm çırpınışlarına rağmen, 

Sadece biraz uyumaktı niyeti onun. 

Israrcı aynalar kışkırtır, yansımasını tekrarlar. 

Kırık sesler doldurur odasını, artık çatırdamaz parlak gümüş renkler. 

Kızıl uzun saçları son kez havalanır, 

Narin boynuna indirilen son keskin darbeyle, 

Saydam teni yırtılır, son bulur görüntüsü.

***

Son varisin son oyunu kazanmak üzere, 

Eski bir dost seyirci olur olmuş olanlara. 

Anlaşma imzalanıp mühürlendiğinde bedeli ağırdır, değişmez. 

Maskelerin altındakiyle yüzleşince, karşı karşıya keder içinde. 

Her duruşunda, inatla ve hâlâ ölümün karşısına dikilir azametli kraliçe, 

Kesin bir çaresizliğin pençesinde, son bir umutsuzlukla çırpınır. 

Netlik bir köşede demlensin o, seni muhakkak bulacaktır, 

Korkma korkudan, bir gülle gibi düşer üzerine. 

Karanlıkta sallanan tekinsiz giyotin, iki parçaya böler usulca son oğlunu

Kolay olmayacak ölümü, kardeş kardeşin kanına hükmetmişse. 

Kaderin rotasında, kanının sesi en derin sır olarak kalır.

***

Adalet, doğru kişilerin elinde tecelli eder mi bilinmez. 

Son deminde kendini gördün çocuklarının yüzünde. 

Artık silebilir misin alınlarındaki lekeyi? 

Sevgiyle doyurmadın ruhlarını, 

Gözleri, açlıkla doluyken rahat kapanamaz artık. 

Kuzgun bekler havada, vaktin geldiğini haber vermek için sakince. 

O geceye döner amansız düşünceleriniz, 

Kudretli adam yığılır, bir zamanlar küçük olan kraliçenin ayakları altına. 

Çok eski zamanlarda duvar örerdiniz etrafına, 

Kraliçe duygularına veda ederken, 

Yeni bir zaferin ilanı, duymaz yalvarışları, 

Cesetlerin sırrı gizlice kaybolurken gecede. 

İtiraf zamanı geçmiştir, ihanetin büyüklüğüyle, 

Siz kurbanlar, cellat misali malayı son kez savururken, 

Tuğlalar, suskun yığınlar halinde yükselir, pazarlıklar işe yaramaz. 

Zalimlerin pençesinde kalır diğer bir zalim, 

Mumların ışığı yetmeyecek aydınlatmaya ruhunun karanlığını.

Duvarın önünde düşüncelere dalarsınız, iki kardeş. 

Sessiz bir muhakemedir artık sabit bakışlarınız. 

Hayaller bu kadar depreşmişken, 

Cazip bir anlaşmaya feda edilmeyecek bir şey yoktur artık. 

Başarı ve güç uğruna teslim edeceklerinize aldırmazsınız. 

Zamanı geldiğinde ise ezilir önünüzdeki her engel, 

Gücün hunharca avı olmak üzere. 

Zamandan muaf olduğunuz o yerde, 

Tatlı bir sözle vaat edilen her şeyi kolayca sahiplenirsiniz. 

Garantiler eşliğinde, “Karşılığında ne var?” diye sorarsınız, 

Otururken bir masa etrafında. 

Ruhlarınızın bile karşılık gelemediği o teklifte, 

Anlaşmanın dehşetine kapılmadan, sözle mühürleyeceksiniz dileğinizi. 

“Nesiller boyu yol alsın, tohumunuz kurusun, 

Perde kapanana dek sürsün oyun,” der kuzgun. 

Bu, bir varsayım değil, tatlı ama karanlık bir tekliften ibaret. 

O zaman kadehler kalksın, anlaşmanın şerefine. 

Kuzgun görür tüm hesapları, hayalin içinde kaybolurken. 

Sanrı gerçekleşir ve gerçekler tam da teklif edilen gibidir. 

O gece olanları sadece rüya sanarak yolunuza devam edersiniz. 

Son varisin en günahsız olanın canı sessizce alınır tek bir hikâyeden sonra.

O küçük kızın cansız bedenindeki masumluğa sarıldıkça, 

Gözyaşlarıyla dolar yüreğin, gök gürültülü bir gecede, 

Kuzgunun çığlığı ile diz çöküp ağıt yakarsın sevgili yavrun için. 

Ve kuzgun anlaşmanın karşılığını alırken toplanır evlatların yanına.

Ziyanlarının hepsi hesap sorar karşında. 

Zehirlediğin bedenler göğün boşluğundan düşer, 

Kulenin etrafında yığılıp kasvetli anıtına can verir. 

Son mirasını izlersin büyük pencerenin önünde, 

Sefil sırlarına ortak etmek istersin dostunu.

Gözleri oyulsun o şeytana meydan okuyan kraliçenin, 

Ve safirler yerleştirilsin her şeyin başladığı o evde boşluğa. 

Değişen dünyaya son bir kadeh tokuşturarak veda ederken, 

Güçlü bir bellek dillendirir olanları. 

Katili olmak üzereyken korkusuz yürekli kraliçenin gözlerinin içine bakarsın. 

Yalanlarını itiraf edip tüm ihlaller için bir dosttan özür dilesen bile, 

Gardını düşür artık, sürgünleri reva gör kendine. 

Kraliçenin son çığlığı ile evin çöker üzerine, 

Birlikte geldiğinle birlikte gidersin hiçliğe. 

Kuzgun mühürler son hamleyi, dikilir enkaz üstüne. 

Son bir selamdan sonra kanat çırparak yükselir derinliğe. 

Altın varaklı bir maske, akıllı bir kutu, çıngıraklı bir bilezik, beyaz bir kalp, altın bir böcek, uçuş tozu, kuzgunun kara kanadındaki üç beyaz gül, safir gözler ve boş bir kadeh konsun bir veda ağıtıyla mezar taşlarınızın üzerine.