Daha uzaklara bakmak için!..

Bu yıl 6. Emisyonu yapılan Mardin Bienali’nin birincisinden beri izleyicisiyim.

Eski Mardin’i çok sevdiğim, bienal olmadan öncesinde gezip gördüğüm için çağdaş sanatla buluşmasını da ayrıca önemsiyorum. Hele o eski Mardin mimarisinin izlerini, kırık dökük taşıyan taş binaların içine yerleştirilmiş işler, mekanla bütünleştiğinde daha da büyüleyici oluyor. Yıllar içinde o kiliselerde, hanlarda, kahvelerde ne işler gördük unutamadığımız, kadın saçından yapılmış bir iş hala gözümün önünde. 

Server Demirtaş’ın kinetik yaşlı adamı da! 

En güzeli de yurt içi ve yurt dışından davet edilerek gelmiş, bütün o bienal sanatçılarının yanında Mardin’de yaşayan yerel sanatçıların da işlerinin gün yüzüne çıkması, paralel sergilerle eski şehirde tam bir sanat şöleni yaşanması.

En başından beri bunu sırtlayıp götüren Döne Otyam ve Hakan Irmak’a kocaman bir alkış, bütün eleştirilere rağmen. 6. Emisyonun küratörü Ali Akay, bienalin teması ise “Daha Uzaklara!” Burası yeterince uzak zaten, güney doğunun ucundayız, bir yanımız Suriye, daha ne kadar uzağa gideceğiz? 

Sanat bizi sadece başka coğrafyalara değil, uzaya da götürüyor, hatta uzayı Mardin’e getiriyor, arada başka ülkelere, başka insanlara, başka kültürlere, başka uzaklara gidiyor da gidiyoruz!

ESKİ MARDİN

Hiç gitmemiş olanlar için kısaca eski Mardin’i anlatmalıyım, Mezopotamya Ovası’na tepeden bakan bir medeniyetler bileşkesi, tarihi bir kent. Tepenin üzerine çıkınca başlayan, iki arabanın ancak geçebileceği (ki o da sonradan genişletilmiş) darlıktaki tek cadde, yerleşimin sonuna kadar gidiyor. Bu caddenin yukarısında ve aşağısında labirentler halinde inip çıkan daracık merdivenler sizi hanlara, camilere, büyük binalara götürüyor.

Bölgenin lokal mimarisi, sarı taş ve kilden. Dar pencerelerden süzülen ışığa pencerelerin önündeki demirlerinin gölgesi vuruyor. Kapılardan başınızı eğip girerken belki de içeridekilere saygı gösteriyorsunuz?

Her yıl değişen bienal mekanları gezginlere buraları da ziyaret etme şansı veriyor. Bu yıl ana cadde üzerinde Cumhuriyet Meydanı’ndan başlayan bienal mekanları Alman Karargahı, Develi HanKervansaray gibi çekici binalar yanında Latifiye Camii civarındaki galerilerle de ilginç hale getirilmişti ama eski yıllardaki ihtişamlı yapıları gözlerim ve ruhum aramadı değil.

VİDEOLAR ÇOĞUNLUKTA

Bienale katılan 40 küsur sanatçının işlerinin birçoğu mu desem, pek çoğu mu desem, bu bienal için yapılmış işler olmaması, eleştiri konularından biriydi. Kolay değil tabii, sanatçının gelmesi, kalması ve işini orada üretmesi. Hele bu işlerin çoğu videolardan oluşuyorsa başka yerlerde üretilmiş ve yerleştirilmiş işler oluyor. Yine de İnci Eviner’in “parlamento” konulu videosu çarpıcıydı, belki ona olan saygım ve sevgimden. Bir de BorSanat Invited’in Ebru Nalan Sülün küratörlüğünde sergilenen işleri özellikle Cansu Sönmez’in safran videosu ve üzerindeki zeytin derisi güneş ışığıyla hareket eden seramik safran heykeller!  

PARALEL SERGİLER

Gezdiğim yerlerde özellikle Bienal dışındaki paralel sergilere vakit ayırdım. Alim Sarı’nın küratörlüğünde “Yedi Patika, Sarımtrak bir Ova” başlıklı sergi ilgimi çeken genç sanatçıların işleriyle değerliydi örneğin. Ömer Durğın, Elif Yavuz, Zehra Tezdönen, Mehmet Uygur, Ahmet Arpa, Robin Çoban, Henar Daşğın, 7 sanatçının işlerini sergilediği mekânda ilgimi en çok Elif’in maskları ile Robin’in kafasına geçirdiği koltukla yaptığı kendi heykeli oldu desem? Maskları takıp selfi de yapabiliyor ve iki yüzlülüğünüzü görüntüleyebiliyorsunuz!

ŞİİRLER VE HEYKELLERİ

Mehmet Latif Sağlam’ın Dört Çarpı Dört adı poetik enstalasyon sergisi ise diğerleri gibi anlamak için çok uğraşmayacağınız işlerden biri. Mardin Kızıltepe’de doğmuş ve orada yaşayan sanatçı, Ahmed Arif’in 33 Kurşun, Hasan Hüseyin’in Koçero, Nazım Hikmet’in Kadınlarımız ve Orhan Veli’nin İstanbul Türküsü’nü Özcan Yaman, Cezmi Yalçınkaya, Hülya Özkan Şahin ve Hicran Aslan’a okutmuş, kendisi heykellerini yapmış ve M.S. 397 yılında yapılmış Mar Hırmız Keldani Kilisesi’nin bahçesinde 3 Mayıs’tan beri sergiliyor. Şiirleri dinleyip heykellere baktıktan sonra içeri girip kilisede bir de mum yaktınız mı çok yönlü bir ziyaret oluyor ki sanatçı da orada olduğundan ayaküstü sohbet de edebiliyorsunuz!

ELEŞTİRİLER HAVADA UÇUŞUYOR

Bazılarına katılmıyorum, bazılarını da bilmiyorum. Bienal’de yerel sanatçılar yokmuş. Oysa, yerel sanatçılar kendi sergilerini açmış, herkes onları da geziyor, sıkıntı yok. Broşürler niye çok dilli değilmiş, niye sadece Türkçe ve İngilizce imiş de Kürtçe, Süryanice, Arapça yokmuş. Olabilir de olmayabilir de. Türkçe, resmi dil, İngilizce evrensel, ortak kullanılan. Türkçesi de pek anlaşılmıyor zaten, fazla akademik mi desem? Sanatçı dili diye bir şey var, işte ondan. Herhalde sadece sanatçılar anlasın diye yazılıyor. Üstelik 100 TL gibi hayli yüksek bir fiyata satılan incecik broşürün 6 puntoluk yazılarını okuyabilmek için büyüteç lazım, bir de felsefi açıklamaların yanı sıra mekânların yeri ve sanatçı bilgisi içermesini tercih ederdim. Hangi sanatçının, hangi işi nerede gibi… Elinizde broşür, anlamak ve bulmak için uğraşıp duruyorsunuz, illa rehberle mi gezmek gerekiyor? Bunun dışında da eleştiriler var ama beni aşıyor.

Onları sanatçılar, küratörler tartışıyor!

YILDIZLAR GEÇİDİ

Bienal’in davetli sanatçıları içinde Ayşe Erkmen, İnci Eviner, Sarkis, Ali Kazma, Yıldız Moran, Cevdet Erek gibi herkesin bildiği sanatçılarımız var elbet. Ve de yine pek çok dünya sanatçısı. Hangisini anlatsam öteki eksik kalır. Bir kısmını İstanbul’da gezmiş görmüşüm zaten. Mardin’e yapılacak üç günlük bir rehberli gezi, hazır İstanbul’un elitleri ve koleksiyonerlerinin de eli ayağı çekilmişken, ruhunuza iyi gelecektir. Tabii partileri ve davetleri kaçırdınız ama Mardin çok değişti, artık geceleri müzik yapılan lokaller de var, cadde üzerinde Süryani şarabı satan onlarca dükkân da! Kebapçıların yanında lokal yemekler yapan şık lokantalar da. Daha Bienaller başlamadan seçim araştırmaları için ilk gittiğimiz yıllarda yemeğin yanında yorgunluk atmak için bir iki kadeh şarap içmek istemiştik de meslektaşlarımız bizi lokantada değil, bir bakkal dükkânının deposunda kurulmuş yer sofrasında konuk etmişlerdi; deterjan kokuları arasında yemek yemiştik!

EBRU BAYBARA!

Sağ olsun Ebru Baybara, Cercis Konağı’nı açarak hem yemekleri yapan kadınlara istihdam sağladı hem de alkollü içecek servisi yapılan ilk lokantayla turizme çok büyük katkı yaptı. Mardin’e sanat için gitmişken elbet de içi hurmalı Süryani çöreği, karanfil kokulu Zaferan çayı ve mavi badem şekeri satın alıp geleceksiniz. Telkari işçiliği giderek zayıflamış ama marangozlar hala güzel Şahmeranlar yapıyor, almamazlık etmeyin derim. Keşke Urfa’da, Diyarbakır’da, Kars’ta da bienaller olsa da onları da eleştirsek! Ya da cesaretlendirmek için kocaman alkışlasak!