Yazgülü Aldoğan, trollerin attığı çamur değil, dostun attığı gül yaralar, diyerek, kime tarihi uyarı yaptı!..

Aynı muameleyi Kadir Topbaş’tan görseydim yazardım. Aynı muameleyi Bedrettin Dalan’dan görseydim de yazardım. Nurettin Sözen’den zaten görmedim. Ama seçilmesi için sandık başında saatlerce görevli olarak bekleyip oyuna sahip çıktığım, seçilince bayram yaptığım, hizmetlerinden gurur duyduğum belediye başkanından, Ekrem İmamoğlu’ndan görmeye başlayınca yazmalıyım. Çünkü bir siyasetçiyi en iyi etik ilkeleri benimsemiş, kalemine sadık gazeteci izler ve gerektiğinde uyarır. Ekrem İmamoğlu’nu ilk kez İstanbul’a aday olduğunda tanıdım. Henüz kararsız ve mahcuptu. Her karşılaştığımızda, herkese saygılı ve samimi tavrına tanık oldum. İlk seçiminden sonra basınla ilişkilerini düzenleyen gazeteci arkadaşımız Şükrü Küçükşahin zamanında ulaşılabilir bir başkandı.  Ama çok sık değişen basın bürosu yöneticileri, kurulan sistemin yanlışlığı, etrafında oluşturulan ve giderek daraltılan çember ve bürokratlarının kısıtlayıcı tavırları, o halkın içindeki samimi ve sıcak başkan tavrını sadece imaj çalışmasına döndürdü! Bir yanlış, bir yanlışı izliyor. Nagehan olayından sonra “Roma tatili” de çok konuşuldu. Seçilen gazetecilerin çokluğu ve konuyla ilgisizliği, ayrıca programın içinde hemen hiç yer almayışları bence asıl yanlış olan kısımdı. Davet edilmediğim için çamur atmıyorum, o programı görünce davet edilsem de gitmezdim ki? Roma, İstanbul kadar iyi bildiğim bir yer!

ETRAFLARINDAKİ YANLIŞ KİŞİLER

Çok uzun yıllardır siyaseti ve belediyeleri gazeteci olarak izliyorum. Yurt içi ve yurt dışı gezilerinde de pek çok siyasetçiyi yakından izlerken öyle yanlışlara tanık oldum ki artık siyasetten uzak durmayı tercih ediyorum. Sadece kendilerindeki başlarken oldukları ve başladıklarından sonra geldikleri nokta beni rahatsız ettiği için değil, etraflarındaki yakın çevrenin, hangi partiden olurlarsa olsunlar aynı tip insanlardan oluşması ve o insanların gerek varlık gerekçelerinin, gere tavırlarının bana ters geldiği gerçeği.

DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK

Bunu ilk kez, bir Karadeniz seçim öncesi gezisinde, rastlantı bu ya, Süleyman Demirel’le başlayıp Deniz Baykal’la bitirdiğim, tamamen aynı güzergahta yaşadım. Samsun’dan Hopa’ya gidip döndüm iki liderle. Partileri farklı, liderleri farklı, otobüsün içindekiler az farklı, ama karşılayanlar ve etrafını çevirenler hemen hemen aynı kişilerdi! Birinin otobüsünden inip öbürünün otobüsüne binmiştim. Çünkü seçim gezilerini en iyi siyasinin otobüsü içinden izleyebilirsiniz. Karşılayanlar bile il yöneticileri dışında aynı kişilerdi! Çünkü siyaset ne yazık ki vatan millet için değil, kendi çıkarları için yapılıyor!

Bu kişileri yanına pek yaklaştırmayan, tavrını asla değiştirmeyen, neyse o kalabilen siyasiler içinde istemediği halde bu role soyundurulmuş bir Erdal İnönü vardı, hayran olduğum, bir de Necdet Sezer, kanun ve kural insanı! Bülent Ecevit ve Murat Karayalçın’ı da ayrı bir kefeye koyarım tabii, samimiyet ve zerafet açısından. Ahmet Misbah Demircan da çok farklı yerlerde durmamıza rağmen her zaman konuşabildiğim, eleştirebildiğim, birbirimizi dinleyebildiğimiz bir yöneticiydi. Belediye Başkanları içinde öncelikle 30 küsur yıl sonra nihayet bir CHP’li diye sevindiğim Beyoğlu’mun başkanı Güney İnan’a hala ulaşamadım. Hala esnafla buluşuyor. Telefon numarası verdi ama mesajlarına bakmıyor! Şehir Hatlarına mucizevi dokunuşlarına hayran olduğumuz Sinem Dedetaş için de Üsküdarlı dostlarımdan aynı sitemi alıyorum. Yardımcı olmak, projeler üretmek için bekliyorlar ama daha ulaşamamışlar. 

EKREM İMAMOĞLU ÇEMBERDE

Bu uzun girişten sonra Ekrem Beyin etrafında oluşturulan çembere gelelim. Gerçekten çok çalışıyor, ekibi de çok başarılı. En çok takdir ettiklerim içinde İBB Miras, İBB Kültür ve İBB ulaşım geliyor. Açılan kütüphaneleri, kreşleri, kent lokantalarını, halk ekmeği, yapılan işleri kocaman alkışlıyorum! Bu yüzden de çağırdıkları kültür etkinliklerine, açılışlarına gidiyorum. Ama son yaşadıklarımız kabul edilir gibi değil. Haliç Tersanesi’nde, Çubuklu Siloları’nda, Bulgur Palas’ta, en son tam dört kez davet edildiğimiz Maksem Cumhuriyet Müzesi’nde bu tavır artık gazeteciye, yazara saygısızlık, zaten gazeteci yazarlar da gelmiyor galiba! İçeri girerken zorlanıyor, itilip kakılıyorsunuz. Konuşmalar yapılıyor. Başkan ve bürokratları açılan yeri gezmeye girerken kapılar kapanıyor, sonra çekip gidiyor. Başkan ancak kamera görürse çanak soruya konuşuyor. Konuşma dinlemek için gelmeye gerek yok, zaten bülten gelir. Birlikte gezemeyeceksek, fikrini soramayacaksak niye çağrıldık? Niye İBB Basın sorumlusu diye birisi ortalarda yok? Kayak yapma zamanı da değil ama belki Bodrum’a tatile gitmiştir? Güvenlik ise gazeteci denildiğinde sadece tv kameramanı ve fotoğrafçıyı anlıyor!

IŞIĞI GÖREN GELMİŞ!

Gelelim davetli diye çağrılanlara! Duyduklarımı gördüklerimi yazmaktan utanıyorum: iktidar ışığını gören gelmiş. Para lafı dolaşıyor sürekli. Sanki seçim yarınmış gibi milletvekili adaylığı için kaç para nereye vermek gerektiği… “Susun, Başkan konuşuyor, dinleyemiyorum” diye uyardığımda da şaşıp kalıyorlar, başkanı dinlemeye gelmemişler ki, sülükler! Başkanla konuşulamıyor ama bürokratlarıyla da konuşulamıyor. CRR Genel Sanat Yönetmeni Murat Cem Orhan’ın görevi neden uzatılmadı, sezon boyunca salon ful doluydu, müzikseverler programdan memnundu, her şey iyi giderken neden bu değişiklik sorusuna, en üst yöneticiler bile İBB açıklama yapacak diye ağızlarını mühürleyip yanıt veriyor. Herhalde iki yıl sonra ayağı kaydırılacak göreve yeni bir maestro bulamayacakları için bekliyor olmalılar.

Son bir görüntü paylaşayım, Cumhuriyet Müzesi Maksem’İn açılışından. Başkan içeri girmiş, giremeyen kapıda bekleşiyor, kapıyı tutan görevliler, sanki İstanbul Surları müdafaası yapıyor, konuşmalar için hazırlanan platformun üzerinde kim olduklarını bilmediğim, dört beş kişi, aralarında konuşuyor, içlerindeki tek kadının büyük çantası açılıyor, içine dolarlar koyuyorlar. Yani ne çevirdiğinizi bilmiyorum, ama daha iyi görünsün diye mi o platformun üzerine çıktınız da böyle görüntü veriyorsunuz?

İBB Basınla ilişkilerini düzene sokmalı. 

Trollerin attığı çamur değil, dostun attığı gül yaralar…