Sadece TRT'de seyrettiğimiz yıllardaki yaşıtlarımın en favori dizilerinin başında gelirdi. Kaptan Kirk, Mister Spaak, hemen anladınız, “Uzay Yolu.” Kapılar ”fışş”, “fışş” sesleri ile dokunmasız açılınca, “vay be! Teknolojiye bak!” diye hayranlıkla seyrederdik. Evet belki “Uzay Yolu” dizisinde seyrettiklerimiz çağımız için hala hayal olmaya devam etse de, Alper Gezeravcı’nın uzay seyahati ister istemez “Uzay Yolu” dizisini anımsamamıza neden oldu. Bu sefer tek TV kanalına mahkum olmasak da, hemen hemen bütün kanallarda, Gezeravcı’nın uzay macerasını nefesimiz kesile kesile izledik. Kendisine dönüş yolunda da bol şans diliyorum. Sağ salim ayağının tekrar dünyaya basması hepimizin ortak dileği olsa gerek.

Peki bu seyahati destekleyenler kadar eleştirenler de olmadı mı?

Hemen belirtmem gerekirse, özellikle gençlerimize örnek olması, hurafelerden arındırılmış bir eğitime yol açabilme talebini canlandırması adına, ben destekleyenler tarafındayım. Ancak soru işaretlerimi de hemen art arda sıralayacağım.

Zaten başkaları tarafından kanıtlanmış ve 1960’lı yıllardan beri süre giden bir uzay yolculuğu için, 55 milyon dolarlık bir seyahat bileti biraz pahalı değil mi? Hele ülkemizin içinden geçmekte olduğu ekonomik darboğaz ortadayken! İtibardan tasarruf olmaz diyebilirsiniz. Ama itibardan tasarruf etmeye etmeye bu hallere düşmedik mi?

Diyebilirsiniz ki; ülkeler artık uzaydaki varlıklarını pekiştirmek için kıyasıya yeni bir rekabet ortamına girdiler ve Gezeravcı da bu anlamda Türkiye’nin ilk sembolü. Katılırım, hatta Gezeravcı’nın Atatürk referanslı “istikbal göklerdedir!” sözünü bir adım öteye taşıyarak “istikbal uzaydadır!” düşüncesini de dile getirebilirim. Ama Gezeravcı uzay yolculuğuna çıkarken, ABD, Rusya, Çin ve Hindistan’ın ardından Ay’a yumuşak iniş gerçekleştiren 5inci ülke olan Japonya’nın bu alandaki rekabet üstünlüğünü nasıl görmezden gelebilirim?

Evet Gezeravcı ile gurur duyalım ama eğer istikbali uzayda arayacaksak, almamız gereken çok uzun bir yol olduğu gerçeğini gözden kaçırmayalım. Eğer ömrüm yeter de, moda tabiri ile “yerli ve milli” bir Türk uzay gemisinin Ay’a yumuşak iniş yaptığına tanıklık edersem gerçek anlamda gurur duyacağım.

 Tabi bu temennim yine ekonomiden geçiyor. Siyasi hesaplardan arındırılmış gerçekçi bir ekonomi ve çağdaş eğitim planlaması olmazsa olmaz olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle de büyük paralar harcayarak iyi eğittiğimiz gençlerimizin gelecek umutlarını yurt dışında değil, yurt içinde aramalarını teşvik etmemiz gerekiyor.

Çok şey mi istiyorum? Evet. Bizim gençlik yıllarının çok sevdiğim sloganıydı: “Gerçekçi ol imkansızı iste!..”

Tabi imkansızı isterken uzay yolculuğumuzla çelişen görüntüleri nasıl yok sayabiliriz?

Eğer anlatılanlar doğruysa Gaye Hanımın Merkez Bankası’nı babasının çiftliği haline getirdiğini, çevremizde giderek yayılmakta olan ve bölgesel hale dönüşme sinyalleri veren savaş gerçeğini, yaklaşan yerel yönetim seçimlerinin, mevcut söylemlere bakıldığında yerel kalmayacağını, vs.

 Seçim demişken özellikle İstanbul’a bakıldığında, eğer Sayın Kurum kazanırsa, büyük olasılıkla Sayın Erdoğan partili Cumhurbaşkanı sıfatına “partili Cumhurbaşkanı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi gölge Başkanı” sıfatını da ekleyerek, ömür boyu Cumhurbaşkanı olma imkanını elde edecek. Tersi olur da Sayın İmamoğlu ikinci kez İBB Başkanı olursa, büyük olasılıkla bir sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin en büyük adayı haline dönüşecek.

Bu siyasi ortamda sizce Ay’a yumuşak iniş yapacak “yerli ve milli” Türk uzay gemisi hayalimi ertelemeli miyim?

Neyse, hayal kurmaya devam…