İtalyan akademisyen ve ekonomi tarihçisi Carlo Maria Cipolla, “Dünyaya zekilerden çok aptallar yön veriyor,” demiş.  Bu bakış açısına göre, aptallar manipülasyona açık araçlar olarak kabul edilir. Eğer çevrenizde meydana gelen olaylarda herhangi bir mantık bulamıyorsanız, mantıksızlıkla karşılaştığınızda hemen şüpheleniyorsanız, eğer her şeyin bu denli basit olamayacağını düşünüyorsanız yaşananların ardında kesinlikle bir zekâ olduğunu da fark edersiniz.

Dietrich Bonhoeffer: Birinin gücü diğerinin aptallığına ihtiyaç duyar.

Bu farkındalığı takip ettiğinizde, “aptallar böyle bir karar aldı ve dünyadaki herkes bu yüzden acı çekiyor” şeklinde bir yargıya varmak mümkün değildir. Bunun yerine, arka plandaki güç tarafından keşfedilen, etkili bir şekilde işleyen bir mekanizmanın varlığını ve işleyişini algılamaya başlarsınız. Bir önceki yazımda Dietrich Bonhoeffer’in aptallık için yaptığı tanımlara yer vermiştim. Bu yazımda Carlo Maria Cipolla’nın aptallık üzerine düşüncelerini irdeleyeceğim.

APTALLIK NÖBETİ

Cipolla “Neşeli Öyküler” kitabında, tarihe yön veren birkaç olayla aptallığı açıklamaya çalışmıştır. Kitabın sonuna eklediği “Aptallığın Temel Yasaları” başlıklı bölümde insanları dört farklı kategoriye ayırmıştır: Saflar, zekiler, haydutlar ve aptallar.

Carlo Maria Cipolla, “İnsanların aptallığına dair nicel tahminler ne kadar yüksek ol­sa da insanlar tekrar tekrar ve nöbetler halinde aptal kalıyorlar,” diyerek söze başlar ve devam eder:

Birinci Temel Yasa: Birisinin geçmişte mantıklı ve zeki sandığı insanların tartışmasız ve çaresiz bir şekilde aptal oldukları birdenbire ortaya çıkıveriyor. Nüfusun toplamındaki aptallar kesimi hakkında sa­yısal bir değer vermeyi engelliyor.

İkinci Temel Yasa: İster çok kalabalık ya da çok dar topluluklar dikkate alınsın, aptal insanların oranı aynı kalır. Eğitim ve toplumsal çevrenin o olasılığıyla hiçbir bağlantısı olmadığı­nın kanıtı dünyanın pek çok üniversitesinde yürütülen bir dizi deney tara­fından sağlandı.

Üçüncü Temel Yasa: İnsanların dört te­mel sınıftan birine ait olduklarını varsayar: Saflar, zekiler, haydutlar ve de aptallar.

Bir birey bir eylem gerçekleştirmiştir, bunun sonucunun da kendisi için bir kayıp ve bizim için de bir kazanç olduğu durumları da ha­tırlayabiliriz: Karşımıza bir safderun çıkmıştır.

Hepimiz bizi zarara uğratarak kendine ya­rar sağlayan bir bireyle ne yazık ki karşılaştığımızı anımsarız: Bir haydutla çarpışmışızdır.

Aptal bir insan, kendisine hiçbir yarar sağlamadan hatta bazen zarara uğrayarak başka bir insan ya da insan topluluğuna zarar veren kişidir. Hayatımız da yaptıklarından dolayı kesinlikle hiçbir yarar sağlamadan, en beklenmedik ve en uygunsuz za­manda karşımıza çıkıveren herhangi bir akılsız yaratığın neden olduğu za­rarlar, yoksunluklar ve güçlükler yüzünden para, zaman, enerji, iştah, hu­zur ve neşe kaybına uğramamıza yol açan olayların izlerini taşır. Bu akıl­sız yaratığın yaptıklarını neden yaptığını hiç kimse bilmez, anlamaz ya da açıklayamaz. Söz konusu insan aptaldır.

Bir bireyin gerçekleştirdi­ği ve her iki tarafın da kârlı çıktığı durumları da anımsayabiliriz: Burada söz konusu olan zeki bir insandır.

Bürokrat­lar, generaller, siyaset adamları, devlet başkanları ve din adamları arasında, tamimiyle aptal bireylerin altın oranı görülür. Bu insanların yakınlarına zarar verme yeteneği, işgal edecekleri (ya da etmekte oldukları) mevkinin yardımıyla tehlikeli şekilde artmıştır (ya da artmaktadır).

Mantıklı insanların sık sık kendi kendilerine sordukları şudur: Aptal insanlar ne yoldan ve nasıl güç ve yetki sahibi mevkilere ulaşmayı başarı­yorlar.

Sanayi devrimi öncesi toplumlarının büyük bölümünde sınıflar ve ta­bakalar (dinseller gibi laik olanlar da), erki elinde tutan mevkilere aptalla­rın sürekli yükselişine izin veren, olanak sağlayan toplumsal kurumlardı. Çağdaş sanayi dünyasında, sınıflar ve tabakalar gitgide önemlerini yitir­mektedir. Ama, sınıfların ve tabakaların yerini siyasi partiler, bürokrasi ve demokrasi almıştır. Demokratik sistemde, güçlüler arasında o kesimin sabit bir şekilde yer almasını sağlama bağlamak için genel seçimler son de­rece etkili bir araçtır. İkinci Yasa’ya dayanarak, oy kullanan insanların büyük bir bölümünün aptallardan oluştuğu ve seçimlerin de bu insanlara eylemle­rinden hiçbir kâr elde etmeden tüm diğerlerine zarar vermelerini sağlaya­cak mükemmel bir fırsat sunduğu da anımsansın.

Zeki insan zeki olduğunu biliyordur. Haydut, haydut olduğunun bilincindedir. Safderun kendi saf­lık duygusunun içinde üzücü bir şekilde boğulup kalmıştır. Bütün bu ki­şilerin aksine aptal, aptal olduğunu bilmez. Bu da onun yıkıcı eylemine daha büyük güç, etki ve üretkenlik kazandırmaya kuvvetle yardımcı olur.

Dördüncü Temel Yasa: Bazen de kendi gayesine ulaşmak amacıyla aptal bir bireyle birlikte olmayı dene­yen de olmuştur. Birisi aptalı kullanabileceği hayaline kapılır ve bir noktaya kadar da bunda başa­rılı olabilir. Ama, aptalın sabit olmayan davranışı nedeniyle, eylem ve tepkileri önceden tahmin edilemez, kısa süre içinde de onun bu beklenme­yen davranışları yüzünden eylemlerin paramparça olduğu, yok olup gitti­ği görülür.

Beşinci Temel Yasa: Aptal, hayduttan daha tehlikelidir. Kusursuz bir haydutun eyleminden sonra, bu kişinin hesa­bında bir “artı” olacaktır. Her şey eylemi gerçekleştirenlerin lehine ve bü­yük boyutlarda zenginlik ve refah aktarımıyla sınırlı kalacaktı. Ama aptallar işin içine girince, işin rengi tümüyle değişiyor. Aptallar kendilerine çıkar sağlamadan başka insanlara zararlar veriyorlar. Bunun sonucu olarak da toplum yoksullaşıyor.

Aptalların sayısının, gerilemekte olan bir top­lumda, yükselmekte olan topluma oranla daha yüksek olabileceğine inan­mak ciddi bir yanlış olurdu. Her ikisinin de başını, aynı orandaki aptallar belaya sokmaktadır. İki toplum arasındaki fark odur ki, gerilemekte olan toplumda:

Toplumun aptal üyelerine öbür üyeler tarafından daha etkin olma hakkı tanınmıştır. Bununla birlikte, yükselmekte olan bir ülke de o kesimini denetim altında tutmaya çalışan alışılmadık kadar yüksek bir zeki insan oranına sa­hiptir, aynı zamanda bu insanlar kendileri ve topluluğun öbür üyeleri için de gelişmeyi bir kesinliğe dönüştürmek için yeterli kazancı üretirler.”

KÜÇÜK HATALARLA SINIRLI DEĞİL

Carlo Maria Cipolla’nın aptallık üzerine yaptığı incelemeler, aptallığın yalnızca bireysel bir eksiklik olmadığını vurgular. Ayrıca aptallıkla alınmış kararların toplumsal dinamikleri ve tarih olaylarını nasıl şekillendirebileceğini derinlemesine inceler. Bu yaklaşım, aptallığın günlük yaşantının içinde küçük hatalarla sınırlı olmadığını, toplumun genel sağlığı üzerinde ciddi etkileri olabilecek bir güç olduğunu ortaya koyar. Fakat bu etkiler yalnızca bununla sınırlı değildir.

Cipolla’nın üçüncü temel yasasında vurguladığı bir nokta özellikle önemlidir: “Demokratik sistemde, güçlüler arasında o kesimin (aptalların) sabit bir şekilde yer almasını sağlama bağlamak için genel seçimler son de­rece etkili bir araçtır.” Bu teoriye göre birileri çoğunluğu nasıl kontrol edebileceğini keşfetmişe benziyor.

Peki, biz halk aslında bir lideri değil de neyi seçiyoruz? Bir gerçeği değil de neyi yaşıyoruz?

Aslında arka plandaki güç tarafından özellikle seçilip bir kümenin içine yerleştirilmiş sonra da bu kümenin içinden, belirli bir plan dahilinde alınıp karşımıza çıkarılmış kişilerden birini mi seçiyoruz? BÜYÜK bir yalanı mı yaşıyoruz?

Aptallığın tahmin edilemez doğası ve eylemlerinin öngörülemezliği, herhangi bir iyi veya kötü niyet adına yapılmış planlamayı alt üst edebilir. Toplum kendi seçtiği bu liderden şikâyet etmeye başladığında, arka plandaki güç kümenin içinden yeni bir “kahraman” ortaya çıkarır. Ve bu döngü böyle devam ettikçe: Ülkelerin birbiriyle neden savaştığını, toplumların neden yoksullaştığını, insanların neden şehirlere sıkıştığını, neden anlayışsızlığın her yere hâkim olduğunu bir türlü anlayamaz oluruz.

Tarih boyunca, aptallar tarafından alınan kararların ve eylemlerin yol açtığı kayıplar, sosyal dinamikleri değiştirmiş, tarihi süreçleri etkilemiş; insanlara, doğaya ve hayvanlara zarar vermiştir.

ZEKÂYI TOPLUMUN İÇİNDEN ÇIKARIRSAK GERİYE NE KALIR?

Saflar, zekiler, haydutlar ve aptallar arasından zekâyı çıkarırsak geriye: Saflar, haydutlar ve aptallar kalır. Peki, bu üç gurubun hareketi ne yönde olur?

Ayn Rand, “Atlas Silkindi” adlı kitabında kurgu yoluyla işte bu konuyu ele alır. Kitabı okumak yürek ister çünkü 1200 sayfa. Yazarın en sevdiğim kitabı “Hayatın Kaynağı” ama “Atlas Silkindi” de toplumun hareketini değerlendirmek açısından önemli. Rand, toplumdaki dürüst, zeki ve başarılı bireylerin birdenbire ortadan kaybolması senaryosu ile yola çıkar. Bu kişiler arasında hammaddeyi işleyen üreticiler, bilim insanları, ulaşım hatlarının yöneticileri ve üniversite profesörleri gibi toplumun temel taşları yer alır. Mantığa aykırı hareket eden kişilerin toplumda büyük çoğunluğu oluşturduğunu anlatır. Bu kişilerin akıllarını kullanmayı reddettiklerini böylece medeni toplumun ilerlemesini engellediklerini ve sonunda hep birlikte sefalete uğradıklarını anlatır.

Ayn Rand’ın eserlerinin edebi nitelik taşımadığını düşünenler olduğu gibi, bencillik üzerine olan görüşlerine katılmayanlar da elbette vardır. Bencillik üzerine olan varsayımlarının doğruluğu, konuya ve duruma bağlı olarak değişebilir. “Hayatın Kaynağı” kitabında, eserlerine müdahale edilmesini istemeyen bir mimarın, sanatında yapılmak istenen değişikliklere bencilce karşı çıkması yerinde bir karardır. “Güç bende, zekâ bende ve diğerlerini ne olursa olsun umurumda değil” görüşündeki bencillik kabul edilemez bir durumdur. Gerçi kendisi sonuna kadar “Bencilliğin Erdemi”ni savunur. Diğerleri dediği topluluk, durağan bir yapıda değildir, topluluğun zihni ve eylemleriyle sürekli bir hareket içindedir. Bu tür ayrımlarda, mantığa uygun hareket etmek ve olayı toplum bazında ele alarak genel bir yarar sağlamak açısından daha akıllıca bir yaklaşım olur. Unutulmamalıdır ki topluluğun içinde çocuklar da vardır.

“Hayatın Kaynağı” adlı eserinde yaratıcı insanların, toplum tarafından nasıl engellendiğine vurgu yapar.  Yaptığı işe, inancına sıkı sıkıya bağlı kalarak doğruları uğruna yaşayan bireyi ele alır. “Atlas Silkindi” kitabında ise dürüst, yaratıcı bireyleri, yenilik ve ilerlemenin öncülerini kalabalıkla herhangi bir çatışmaya girişmeden toplumun içinden sessizce çeker alır. Toplumun içindeki zekâ faktörünün çıkarılması ekonomik çöküşe, genel bir panik havasına, açlığa ve yağmalamalara neden olur. Güvenlik bariyerlerinin kalkmasıyla insanlar sokaklarda birbirlerine saldırmaya başlar, kaos ve şiddet giderek büyür.

Kitapta ayrıca toplumdaki çoğunluğun, gerçekliği yalanlarla karartmaya çalıştığını anlatılır. Bu gibi durumlarda, işlerin düzgün bir şekilde ilerlemesi beklenemez. Ne de olsa, “Kılavuzu karga olanın burnu…” atasözünde olduğu gibi, yanlış rehberlerle yol alındığında olumlu sonuçlar elde edilmesi mümkün değildir.

“Bir Halk Düşmanı” adlı tiyatro oyununda, ana karakter Dr. Thomas Stockmann, çevresindekilere gerçekleri açıklamaya çalışırken yalnızlaşmıştır. Aynı şekilde, Dietrich Bonhoeffer da halka, yapılan yanlışları anlatmaya çalışırken idama mahkûm edilmiştir. Tarih boyunca, zeki, iyi niyetli ve evrensel doğrular uğruna mücadele eden pek çok insanın başına benzer olaylar gelmiştir.

Tarih bu tür tutarsızlıkları daima kaydeder ve vakti geldiğinde bize olduğu gibi geri yansıtır. Hakikatin bekçileri aydınlar, en derin karanlıklara terk edilir. Gerçeği seslendiren bilgeler, kör inançlı cahil kuvvetiyle susturulup sessizliğe mahkûm edilir.

Bir önceki yazımda ve bu yazıda iddialara, teorilere ve tanımlara yer verdim. Bundan sonraki yazılarımda bu unsurları teknik, psikolojik ve ruhsal açıdan detaylı bir şekilde inceleyeceğim.