Batılı toplumlar, en küçük bir hakkı kalmışsa, vatandaşını uyarmayı görev bilir. Yani vatandaşın, hakkını arama işi önce devletindir!..

Sistemik bir sorun var ise, çürüme ilk kendini tüketici haklarında gösterir!

Amerikalı meslektaşım David Judson, “ABD’de üzerinde düşünmediğimiz her bir hakkımız için, siz Türkiye’de mücadele etmek zorundasınız” demişti.

“ABD’de vatandaşın devletten küçücük bir alacağı, unuttuğu bir hakkı var ise sistem bunu bulup, vatandaşını haklarından yararlandırmayı görev bilir!”

BİZ BURADA HAKKINI ARAYANI SEVMEYİZ!

Bu topraklarda ise hakkını arayana da iyi gözle bakılmaz!..

Bir fahri müfettişin, aracıma yolda makas atarak trafiği tehlikeye atmaktan yazdığı cezayı, o saatlerde aracın serviste sigorta eksperinin kontrolünde olduğunu ispatlayarak iptal ettirdiğim süreçte yakınlarımın, “Üç kuruş para için deli deli işlerle ilgileniyor” sözlerine mazhar olmuştum.

Bir gazeteci olarak, elbette tüketici hakları ile ilgili kitap yazacak kadar işittiğim sorunlar var; yine de burada sadece, son bir yılda kendi yaşadıklarımın küçük bir kısmını paylaşmakla yetineceğim.

Türkiye’nin en büyük e-ticaret sitelerinden birinden sipariş ettiğim cep telefonunu yetkili serviste açtırdım.  Teknisyen, henüz telefonu açmıştı ki, “Bu ürünün sıfır olduğundan emin misiniz” dedi!

Yine aynı görevlinin verdiği bilgiye göre, benim sipariş verdiğim internet şirketi gibi, internet üzerinden satış yapan tüm firmalarda, sıfır yerine ikinci el ürün satmak çok yaygın bir durummuş.

Satıcı firma, “Biz küçük satıcılara, pazar yeri oluyoruz. Sorumluluğumuz yok” diyor.

Teknisyen ise “Sizin gibi teknik serviste telefonunu açtıran çok az. Telefonunu kendi açan müşteriler ise bu konudaki yasal haklarını kaybediyor” diyordu!

Anlayacağınız, e-ticaret ikinci el, hatta arızalı ürünlerin satışına yardım ve yataklık eden bir iklime ev sahipliği yaparken, hiçbir sorumluluk da almıyormuş!

HASTANE’NİN ACİLİNE GİRMEK MÜMKÜN MÜ?

Yine de, hastanelerin, ticarethane olarak kullanılması, tüm bunlardan daha fazla içimi acıtır!..

10 yıl kadar önceydi, Şişli’de adını bir gazeteden almış bir hastaneden aracımla çıkarken, tüm vücudu kaynar suyla yanmış 5 yaşlarında ve ağlamakta olduğu halde annesinin sıkı sıkı elinden tutarak hastaneden uzaklaşan çocuğa ne olduğunu sordum.

“Çocuğumu acilden kabul etmiyorlar. Başka türlüsüne de imkânım yok!” dedi.

Onları hızla aynı hastaneye geri götürüp, sesimi yükselterek küçük çocukla ilgilenilmesini sağladım. Ancak bu olay, hastaneleri gözlem altına almama neden oldu!

İstanbul’da gözlemlediğim en az 10 hastane ambülansla gelmeyen, ölüm riski olmayan hiçbir hastayı acil olarak görmüyoruz, dedi!

Yaklaşık üç ay önce zehirlenme riskim olduğunda, acilden girebileceğimi düşündüm. Beylikdüzü’ndeki M…e Hastanesi, beni acilden alıp bir yere oturturdu. Hiçbir kayıt işlemi yaptırmanıza fırsat vermeden, arka taraftan dâhiliye uzmanına çıkartarak, sanki rutin tetkike gelmişim gibi ücretlendirdi. Açık açık sorduğumda ise aynı yanıtı aldım.

“Ambülansla gelmeyen hastanın acil kabulünü yapmıyoruz!”

Yine, Bağcılar’daki M…l Hastanesi’ne sadece muayeneye götürdüğüm F.B’yi 10 gündür hastanesinde yatıyor göstermesine tanıklık etmiş, telefonla arayıp uyarmama rağmen, 3 gün daha yatıyor göstermelerini engelleyememiştim.

İşadamı Münir U. ise Maslak’taki A…m Hastanesi’ne, iki tıp uzman doktoru kuzenim A.R ve A.K’nin “Hastaneye girerken eks olmuştu” (ölmüştü) ifadesine karşın 60 bin Avro’luk bir operasyon geçirirken, aortu patlayıp ölen birine yapılan ilk operasyonu da gerçekleştirmişlerdi.

Diyeceksiniz ki, evet ama onların hepsi özel şirket.

Maalesef durum bundan daha vahim!..

ENFLASYON MARİFETİ İLE SOYULMAK!

7 yıl önce çalıştığım kamu kurumundaki 13 bin liralık tazminatım için arabulucu bana 3 bin lira önermişti.

Kamu kurumundakilerle aram iyiydi, neden ödeme yapmak yerine kesin kaybedeceğiniz bir dava ile mahkemeleri meşgul ediyorsunuz, dediğim de, “Sana hakkını mahkemesiz ödersek, Sayıştay bize hesap sorar” sözünü ise anlamamıştım!

7 yıl sonra kazandığım davada, 13 bin 900 liraya hak kazandım. Çünkü ENAG’a göre yüzde 122 TÜİK’e göre 55’lerde gezen enflasyona karşın mahkeme yüzde 9 faiz işletiyormuş.

Yani, Sayıştay’ın’da sistemin de şifresi aynıymış: “Enflasyon marifeti ile işçiyi soymazsanız, hesap verirsiniz!”