Doğal kaynakların ev sahipleri, tarihte hep, kaybedecekleri bir savaşa itilmiş, emperyal güçlerin barış ve refah vaadiyle zenginliklerini kaybetmiştir.

Doğal kaynakların bulunduğu coğrafyalar tarih boyunca her zaman savaşanların çekim odağı haline gelmiştir. Emperyal güçler, kaynakların sahiplerini topraklarına refah ve barış getirme vaadiyle hep kaybedecekleri savaşlara doğru itmişlerdir. Ortadoğu’da yaşanan karmaşıklığın dünyanın en üst ve en alt noktasında yani Kuzey ve Güney Kutbu’nda da yaşanmaması için, dünya barışını zaman zaman sarsacak boyuta gelmesini önlemek için kurumsal adımlar atılmaktadır. Ayrıca, Kuzey Kutup Okyanusu’nun altında bulunan enerji kaynakları, o okyanusu çevreleyen beş ülkeyi ortak çalışmaya ve birlikte hareket etmeye zorlamaktadır. Teknolojinin hızlı gelişimi sonucu Arktika bölgesinin nimetlerine rekabet edilebilir koşullarda ulaşılabilmesi ve toplumların hizmetine sunulabilecek düzeyde ulaşım olanaklarının kısa ve orta vadede sağlanmış olmasıyla bunun mümkün olduğu görülmektedir. Başka bir ifadeyle, Kuzey Kutbu bölgesindeki madenlerin, petrolün, doğal gazın ve değerli toprakların dünyanın diğer bölgelerindeki kaynaklara rekabet edebilecekleri fiyatlarla işlenebilecekleri ortaya çıkmıştır. Bu bölgelerdeki doğal kaynakların artan bir tempoyla kullanılmaya başlanması, yeni ulaşım yollarının açılması bunların nasıl paylaşılması sorununu da beraberinde getirmektedir.

Özellikle Soğuk Savaş Dönemi’nde (1948-1989 arası) ağırlıklı olarak ABD ve SSCB tarafından askeri ve stratejik maksatlarla kullanılan Kuzey Kutup Bölgesi’nin bu önemi azalmakla birlikte tamamen ortadan kalkmamıştır. Silah sanayisinin hızlı gelişimi ve düşmanın en kısa yoldan vurulması ancak Kuzey Kutbu üzerinden mümkündü. Bu gerçek, silah endüstrisinin tüm gelişmelerine rağmen bir ölçü de bugün bile geçerlidir. Buna karşın bölgenin ekonomik potansiyeli ve bunlara sahip olunması anlamında bu coğrafyanın önemi artmaktadır. Bu arka plandan hareketle Arktika bölgesinin günümüzde artan ölçüde uluslararası ticarete açık bir saha olarak kabul edilmektedir. Arktika’nın küresel ekonomi ile entegrasyonu ve dünya pazarlarına açılması, bölgenin barış içinde mi yoksa bir savaş ortamında mı olacağı sorusunu aklımıza getirmektedir. Bugün bu askeri boyuta ekonomik ve çevresel bir boyut da eklenmiş bulunmaktadır. Buna göre bu bölgede çok büyük yer altı madenleri, fosilleri ve enerji kaynakları bulunmaktadır. Kanada gibi şimdiye kadar barışsever söylemleriyle ön plana çıkmış ve Danimarka gibi nüfusu sadece beş milyon civarında olan ülkeler bile bu ekonomik çıkarlarını korumak için özel askeri birlikler oluşturmaktadırlar. Bu durum bölge ülkeleri arasında güvensizlikten kaynaklanmakta ve çatışma alanları oluşturmaktadır.

Günden güne önemi Kuzey Kutbu kadar olmasada artan diğer bir coğrafya ise Güney Kutbu'dur. Yapılan bilimsel çalışmalarda ise 21. yüzyılın ‘Arktika/Antarktika Çağı’ veya daha genel ifadeyle belirtmek gerekirse bu çalışmada her iki kutbu ve derin denizleri de kapsayacak anlamda ‘Kutup Çağı’ (Gümrükçü, 2015; 2017; 2018) olarak tanımlanmaktadır. Farklı dillerde Arktika Çağı kavramı göze çarpmakta ve bu kavramın kullanımı diller arasında farklılık arz etmemektedir. Örneğin İngilizce karşılığı “The Age of the Arctic”, Fransızca karşılığı “L’Age de l’Arctique”, Almanca karşılığı “das Zeitalter der Arktis”, Türkçe karşılığı “Kutup Çağı” ve Rusçası ise “ВекАрктики”’tır. Birçok uzmanın Arktika’yı bu şekilde tanımlayışı, Arktika Bölgesi’ne ekolojik kaygıların ötesinde; ekonomik, siyasal ve hukuksal ilginin arttığına ve Bölge'nin jeopolitik rolünün önem kazandığına dair ciddi bir işarettir. Kavram açıklanırken Kuzey Kutbu temel alınmış olsa da ‘çağ’ kavramı hepsinde kullanılmıştır. Bu kullanım şekli, söz konusu durumun en az 100-150 yıl sürecek nitelikte oldu¬ğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca, Bölge’de politikaları etkileyen aktörler, devletlerle sınırlı kalmayıp ulus-ötesi şirketlerin, hükümetdışı kuruluşların ve yerlilerin de dâhil olduğu çok katmanlı bir yapı olarak karşımızda durmaktadır. Arktika Bölgesi’nin global önemini üç değişim tetiklemektedir. İlk değişim, iklim değişikliğinin etkilerinin daha da görünür duruma gelişi ve buna bağlı olarak Arktika Okyanusu’ndaki buzulların yaz mevsiminde erimeleri ve/veya kalınlıklarının azalmasıdır. İkinci değişim ise Arktika’nın tabii kaynaklarına olan küresel talebin artması ve yeni teknoloji¬lerle bu ürünlerin dünya çapında rekabet edebilecek bir fiyatla işlenebilmeleridir. Üçüncü olarak dünya düzeninin tek kutupluluktan çok kutupluluğa evrilmesi ve bunun Arktikaya yansımaları olarak ortaya çıkmaktadır.

Bu noktada her anlamda gitgide önemi artan Kuzey Kutup Bölgesi'ni ve Güney Kutup Bölgesi'ni bir sosyal bilimci gözüyle ‘Küresel Bakışla Kutup Çağı’ başlığı altında araştırmak kaçınılmaz olmuştur. Türkiye'de şu an için bilinmeyen ve bulunmayan önemli bilgilere ulaşılmış ve bu konuda Türkiye’de ilk kez “Küresel Bakışla Kutup Çağı” adıyla bir yayın serisi başlatılmıştır. Bu çalışmaların hedefi, bu bölgeleri Türk kamuoyuna özellikle Türk bilim dünyasına yakından tanıtmak, bilim dünyasının bu alana daha derin ilgisini sağlamak, öğrencilerimizin de geleceğimizi etkileyecek ‘kutuplar ve derin denizler’ konusunda bilgilendirmektir. Yukarda sıralanan bu üç alan, insanlığın geleceğini yönlendirecek stratejik gelişmeler olarak görülmektedir. Bugün dünyanın ilk 30’u içindeki etkili devletleri arasında yer alan Türkiye’nin böyle bir alanda daha fazla yer alması beklenebilir. Singapur, Güney Kore, Hindistan, Pakistan, Çek Cumhuriyeti, Bulgaristan, Polonya, İtalya gibi ülkeler bile kutup alanları ile ilgilenmektedir. Norveç’in 46 ülke tarafından imzalanan uluslararası bir antlaşma sonucu 'Kahya' olarak yönettiği Spitsbergen/Svalbard Takımadaları, Kuzey Kutup çalışmalarında bilimsel üs olarak kullanılıyor. Ülkemizin de bu ülkeler gibi hak sahibi olmak için gereli adımları atması gerekiyor. Hava tahminleriyle ilgili olarak Türkiye’nin daha sağlıklı bilgilere ulaşması için diğer 11 ülkenin yaptığı gibi orada yani Spitsbergen/Svalbard Takımadalarında, kendi üssünü, meteroloji ve araştırma istasyonunu kurması gerekiyor. Unutmamak gerekir ki Nazi Almanya’sı bu bilgilere ulaşmak için bu alanı 1941 yılında işgal etmiş ve buradaki varlığını savaş sonrasına kadar sürdürmüştü.

Yayın serisinin ilk kitabındaki kapağında yer alan kum saati, buzulların erimesini simgelemektedir. Bu buzulların alt tarafındaki çevre de sanayi alanları da aynı hızla deforme oluyor. Ancak insanlar yaklaşan bu felaketi görmezlikten geliyorlar. Bu kum saati tasarımı sadece bölgesel bir deformasyonu değil küresel bir değişimi de resmetmektedir.

Küreselleşme ve kutuplar genel olarak bakıldığında iç içe girmiş olgulardan oluşmaktadır. Bir taraftan iklim değişikliğiyle buzullar erirken diğer taraftan uluslararası devasa holdingler de kutuplar bölgesine yatırım yapmaya başladılar. Son 15 yılda üretilen yayınları inceleyen bilim insanları olarak konunun dünya çalışmalarının tam merkezine oturduğunu gördük.  Ancak nedense bu konu Türkiye’nin bilim dünyası içindeçok rağbet görmedi. Bu yayınlarla bu boşluk doldurmaya çalışılmaktadır.

 Küresel bir şekilde bakıldığında Kutup’larda neler oluyor?

Dünyanın sanayileşmeye başladığı 1870’lerden beri insan eli ile ısıtılmasıda söz konusudur. Dolayısıyla son yüzyılı aşkın süre içinde küresel düzeyde dünyada ortalama 2-3 derecelik ısı artışı oldu. Bunun sonucunda da buzullarda devasa kopmalar meydana geldi. Aşağıdaki grafikte son yüz yıllık değişimi takip etmek mümkündür. 

Kuzey Kutup Çemberi'ne ve oradaki topraklara kolay gitme konusuna gelince günümüzde ulaşım ve iletişim hayli basitleşti. Üzerimize giydiklerimiz bizi eskilere nazaran oldukça sıcak tutmaktadır. Uzay telefonlarıyla dünya üzerinde her noktaya ulaşılabiliniyor. Yeni haritacılık uygulamalarıyla Kuzey Kutbu Çemberi'nin çok daha güvenli haritaları çıkartıldı. Uzay bağlantılı navigasyon sistemleriyle gemilerin seyrüseferlerini izleme ve arıza durumunda anında müdahale etme olanakları çok yükseldi. Yeni Kurtarma Ortak sistemiyle Kuzey Kutup Çevresi daha güvenli bir alana dönüştü. Gemiler için yeni bir Kutup Kodu güvenlik sistemi oluştu. Bu şekilde Kuzey Kutbu Çemberi içindeki coğrafyalara gitme, oralarda araştırma yapma ve çalışma şansımız arttı. Dünyanın yüzde 7’sini teşkil eden 40 milyon kilometrekarelik bir alanı kapsayan bu topraklar, Türkiye’nin 60, ABD’nin 4 misli büyüklüğündedir. Dünyanın 510 milyon kilometrekarelik alanının yüzde 70’i kutuplar ve derin denizlerden oluşuyor. Bu gerçeği görmezlikten gelememek gerekir.

 -Washington mu kutuplara daha yakın, Ankara mı? 

Bu soruyu enteresan bulduğumdan bu alanlar arasında ki uzaklıklara baktım; coğrafi olarak Ankara’nın Kuzey Kutbu’na daha daha yakın olduğu ölçülmektedir. Buna karşın siyasi ilgi bakımından oldukça uzak durduğuda başka bir gerçek olarak ortaya çıkmaktadır. Hem siyasi hem ekonomik hem çevresel ve hem de hukuksal anlamda söylemek gerekirse çalışmalarımızın hedefi, kutuplara Ankara’yı Washington’dan daha yakın kılmak ama daha da önemlisi, insanlığın menfaatlerini devasa holdinglerin çıkarlarına karşı toplumumuzu bilinçlendirmek hedeflenmektedir. 

Kutuplarla ilgili araştırma yaptığımızda 900 milyon yıl geriye gidilebiliyor. Bilimsel açıdan geçmişimizle ilgili bilgi almak isteniyorsa bu kutupları bilmekten geçiyor. Kuzey Kutbu’nun keşfinde Svalbard/Spitzbergen Takımadaları önemli rol oynamıştır. Bu Takımadaları, bu alanlarda araştırma yapan bir siyasal bilimci için bulunmaz bir örnektir. Bu Takımadalar egemenlik açısından Norveç’e bağlı olmakla birlikte, 46 ülkenin bu Takımadaları üzerinde söz söyleme hakkı vardır. Aşağıdaki fotoğrafta bu takım adalarının bir boyutu olan karlı dağları ve 5.000 kişilik turistik bir kafileyi o limana getirmiş olan gemi ve limanı görülmektedir. 

Spitzbergen/Svalbard Antlaşması’nın yapıldığı tarih 1920’dir. O vakitlerde Türkiye’de İstiklal mücadelesi için hazırlıklar sürdürülmektedir. Türkiye bu şansı elinde olmayan nedenlerle kaçırdı ama bunu tekrardan yakalayamayacağı anlamına da gelmemektedir. Türkiye orada bir meteoroloji ve araştırma istasyonu kurabilir ve kurmalıdır. Türkiye’deki hava durumu bilgilerini bu Takımadalarında istasyonunuz bulunduğu taktirde bir, bir buçuk-iki gün önceden alınabilir. Oradan gelen hava akımları Türkiye’yi doğrudan etkilemektedir. Bu bilgiler ülkemize dışarıdan gelmektedir. Kendi istasyonumuz kurulabildiğinde bu bilgilere doğrudan ve anlık ulaşım sağlanabilir. Bu Takımadaları, Akdeniz’deki Kıbrıs Akdeniz’deki konumu gibi Kuzey Buz Denizi’nin stratejik bir noktasında, yani Rusya Federasyonu’nun Okyanusa açıldığı deniz rotasının üzerinde bulunmaktadır. Spitsbergen/Svalbard Takımadaları’nın çevresinde geniş petrol yatakları bulunmaktadır. Bu anlamda da Doğu Akdenizle bir benzerlik sergilemektedir.

Özellikle Rusya Federasyonu, Birleşik Krallık, Almanya ve Norveç bu konuyu derinden derine tartışmaktadırlar. Norveç hala NATO üyesi olduğundan bu sürtüşmelerden Türkiye'de yakından etkilenecektir. Şimdiden bu konuda gerekli bilgilere ulaşmak gerekmektedir. Yukarıdaki fotoğrafta Spitsbergen/Svalbard Adası’ndaki Norveç Araştırma Merkezi'nin önünde çekilmiştir. 

Bahsi geçen Takımadalar’da Norveç’in dört üniversitesinden bazı bölümler açılmış ve uluslararası bir eğitim vermektedirler. Bu topraklar ve iki üç bin metre yüksekliğindeki buzul dağları, çok ilginç ve geleceğimizi belirleyecek bölgelerden biri olacaktır. Oraya öğrenci olarak ilk gidildiğinde bir hafta süreli güvenlik dersi almak zorunluluğu bulunmaktadır. Kutup ayısı tehlikesi olduğu için öğrencinin kendini koruma altına alacak önlemleri örneğin; silah kullanma gibi önlemleri öğrenmesi gerkmektedir. Öğrencinin ayrıca soğuğa karşı dayanıklı olması için gerekli bilgilere ulaşması gerekiyor. Öyle ki eksi 30 derecede 7 dakika suda kalınabilinmesi için ve suya düşmüş bir arkadaşını nasıl kurtarması konusunda beceriklilik kazanmış olması gerekiyor. 

Bizim gittiğimiz dönem gündüz dönemiydi. Yani güneşin hiç batmadığı 6 aylık bir dönemdi. Ekim ayında güneş kayboluyor ve şubat ayına kadar doğru dürüst görülmüyor. 6 ay gündüz, 6 ay gece. Böyle bir tecrübeyi ilgili gençlerimizin de kazanması lazım. Bu tecrübeyi de gelip Türkiye’de kamuoyumuzla paylaşmaları lazım. Mesela çok enteresandır; çok az nüfus olmasına rağmen Japon arabalarının orada satış mağazası bulunmaktadır. Bölgede alınan arabalar iki yıl kullanıldıktan sonra Norveç’e vergisiz ve gümrüksüz sokulabiliyor. Ayrıca Norveç’in orada iki müzesi var ve gerekli bilgileri oradan topladık. 5.000'den fazla fotoğraf çektik. Çok faydalı bir çalışma oldu. Türkiye'nin ilk kutup arşivini oluşturduk. Bu bilgileri planladığımız yayın serisi boyunca zaman zaman kullanacağız.

Kara Avrupa’sının en Kuzey noktası: North Cape 

Eski inançlara göre insanlar dünyayı düz bir tepsi gibi sanırlarmış. North Cape de Avrupa Kıtası’nın Yüksek Kuzey’deki en üst ve en son noktası olarak görülüyormuş. İnsanlar oradan öteye gidemiyorlarmış. Bu noktadan sonrasının cehennem olduğu varsayımında bulundukları için bu alanı kutsal ifadelerle birlikte dillendiredurmuşlardır.  İşte tam o noktada bir yerküre sembolü dikilmiş. Dünyanın 7 ayrı bölgesinden çocukları buraya getirip ne istediklerini sormuşlar. Hepsi de anlatılan hikayeye göre ‘barış’ demiş. Bizim gittiğimiz gün; ne rüzgâr ne nem ne de yağmur vardı. Ilık bir hava ve batmayan bir güneş. Muhteşem bir manzaraydı. Çok şanslıydık. Böyle bir durum orada yıllardır ilk defa yaşanıyordu. Gençlerimize buraya gidip görmelerini tekrar tavsiye ediyorum. Bir de gençler için şunu söyleyeyim. Norveç’te çalışmak isteyen için iş olanakları fazlasıyla bulunmaktadır. Fakat Norveç İngilizce, Almanca, Fransızca ve kendi dilini bilen kalifiye elemanları alıyor ve onları entegre ediyor. 

-Norveç’te yaşayan Sami(Laponlar) ırkı...

Bizim kutup çalışmalarımızın 3-4 boyutu var. Ekonomik, sosyal, hukuksal ve insanî boyutu var. İnsanî boyutunu kutup halkları oluşturuyor.

Kutup halklarının temeli Orta Asya’dan ve Sibirya'dan doğuya ve batıya doğru yapılan göçlerdir. Bu göçlerden birinde Sami halkı yukarıda saydığım coğrafik bölgelerden gelip Norveç’e yerleşmiştir. Norveç’in yerli halkı Samilerdir. Asimile olmalarına rağmen bugün bile 5 milyon nüfuslu Norveç’te 100 bin civarında Sami kavmine mensup insan yaşamaktadır. Bazı filmlere de konu olmuş olup, günümüzde de güncelliği devam etmektedir. (Daha fazla bilgi için bkz : https://www.evrensel.net/haber/290197/isvecin-somurgeci-gecmisinin-filmi-sami-kani). Erişim: 01.07.2019)Samilerin lisanında Türkçeye mana olarak da benzeyen kelimeler var. Aslan, Aslanbek gibi. İnanılası öyle ilk anda olmasa bile soy isimleri ‘Yomra’ olan insanlara bile rastlamak mümkün. Bilindiği gibi Yomra, Trabzon vilayetimizin bir ilçesi olup Avrasya Üniversitesiyle ilk üniversitesi olan ilçelerimizden biridir.

Yaşam tarzları, el işleri, kıyafet tarzları da bizim gibi Orta Asya’dan göç eden kavimlerin bireylerine benziyor. Samiler bizim atalarımız gibi Şamanist inancından gelmedirler ve bu inancı aralarında devam ettiren önemli gruplar bulunmaktadır. Türkler ve Samiler Orta Asya’dan geldikleri için ortak bir kültürü paylaşıyor olabilir. Bu arada Norveç, Samileri turizm amaçlı kullanıyor. Turizmde Samileri ve kültürlerini ön plâna çıkarıyor. Bizim İsveç, Finlandiya ve Norveç’le pozitif siyasi geçmişimizi yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. Çünkü bu üç ülkede Samiler ciddi bir asimilasyona uğramışlar, dillerini ve kültürlerini kaybetmişlerdir. Samilere dillerini ve kendi varlıklarını inkar ettirmişlerdir. 1980’lerden sonra başlayan akımla Samiler tekrar eski kültürlerini ortaya çıkarabilmişlerdir. Aynı durum Japonya’da da söz konusudur. Aino, Ayno, Aynos, Aynolar diye Türkçeye tercüme edebileceğimiz Sibirya kökenli halk da Japonya’nın yerlisi, ilk yerlisi olan bir halktır. Onlarda orada hem topraklarını kaybetmişler ve hem de radikal tedbirlere başvurularak asimile edilmiştirler. Belki de ülkemizdeki bazı tartışmaların daha iyi anlaşılabilmesi için dünyadaki bu örnekleri ve onlara dönük tartışmaları da dikkate almak ve kamuoyumuzla paylaşmak gerekmektedir. Böylece Türkiye’deki gelişmeler daha iyi anlaşılabilir daha toleranslı davranabilinir ve çıkış yolları daha kolayca bululabilinir. 

Samili el sanatı yapan bir iş kadınıyla çekilen ortak bir fotoğraf fikir verebilir. 

-Arktika ve Antarktika'nın geleceği üzerine...

Arktika bölgesine dönük çalışmaları, enerji kaynaklarına ulaşma, yeni deniz yollarını kullanma, küresel boyuttaki hukuki ve teknolojik gelişmeleri takip etme ve yaşam habitatı ve göç alanları oluşturma konusunda gelecek nesillerin en önemli parçalarından birisi olarak görülebilir. İklimsel değişimler, global sürecin kutupları etkilemeye başlaması ile birlikte doğal enerji ve nükleer enerji alanındaki reel ve sür reel tehditler ile Arktika konusunun önemi büyük ölçüde ön plana çıkmıştır.Bölgede bulunan yer altı kaynaklarının zenginliği ve uzay teknolojisinin kutup bölgelerinde de kullanılmaya başlaması, navigasyon sistemlerinin ve haritalama teknolojisinin mükemmelleşmesi hava şartlarının çetin olmasına karşın Arktika ve Antarktika bölgelerinin önünü açmıştır.

Günümüzde Arktik Çemberi ve Yüksek Kuzey Bölgesi’nde yapılan çalışmalar sonucunda yeni stratejik ulaşım yolları oluşmuştur. Bu sayede yakın bir gelecekte kuzeydoğu ve kuzeybatı Arktika yolları daha fazla ulaşıma açılacaktır. Bu durum büyük bir mali ve zamansal tasarruf sağlayacaktır. Bu yeni yollar tam kapasite ile kullanılmaya başlandığında Akdeniz–Cebelitarık Boğazı- Süveyş Kanalı’ nın önemi ciddi bir şekilde azalacaktır. 

-Arktika Bölgesinde Kim, Kiminle ve Ne İçin Çatışabilir?

Son yıllarda genel olarak Arktika’ya ilginin artması ile bu 27 milyon kilometrekare büyüklü¬ğündeki devasa coğrafik alanın uluslararası işbirliği alanı mı veya büyük çatışmaları doğurabilecek bir bölge mi olduğu sorusu artarak gündeme gelmektedir. Bu soruya cevap verebilmek için ABD’nin üç kat büyüklüğündeki Arktika’daki gelişmelerin takip edilmesi, mevcut düzenin incelenmesi ve geleceğe dönük beklentilerin araştırılması gerekmektedir. Özellikle bu sorunlara hangi hukuksal yöntemlerle cevap verilebileceği ve ne gibi siyasi yaklaşımların sergilenmesi gerektiği ortaya konulmalıdır.

Yaşanan iklim değişikliğinin sonucu olarak ortaya çıkan, eriyen buzullar, onu çevreleyen ülkelerin güvenlik sorunlarını da açığa çıkarmıştır. Bu durum jeopolitiğin önemini arttırmış ve güvenlik arayışındaki ülkeler bölgedeki etkinliklerini arttırma yoluna gitmiştir. Jeopolitik açıdan ihtilaflı olan alanlar aşağıdaki gibidir:

Bering Denizi: ABD ve Rusya arası, 

Beaufort Denizi: ABD ve Kanada arası, 

Hans Adası: Kanada ve Danimarka arası, 

Spitzbergen/Svalbard Takımadaları: Norveç ve Rusya Federasyonu arası, 

Alaska: ABD ve Kanada arası, 

Barents Denizi: Norveç ve Rusya Federasyonu arası, 

Kıta Sahanlığı: Kanada, Danimarka, Rusya, Norveç ve ABD arası, 

Kuzeybatı Geçidi: ABD, AB ve Kanada arası gibi sıralanabilir.

Gelecekte kutuplardaki hızlı erimenin etkileri neler olacak? 

Tarihsel olarak baktığımızda 30 bin yıl önce Almanya’nın kıyılarının 140 metre daha geride olduğu belirtiliyor. Yani günümüzde su seviyesi çok eskilerle kıyaslandığında, 140 metre yükselmiş. Almanya sanırım 1962’de Hamburg'da yaşanan sel felaketinden sonra Elbe Nehri’nin muhtemel taşkınlığını önlemek için sellere karşı setleri kurdu ve bunların seviyelerini 6,5 metreye kadar yükseltmişti. Beş yıl önce bu seviyeyi 25 cm daha da yükseltti. Hollanda deniz seviyesinin 2 metre altında olan bir ülke. Yükselen deniz sularına ve azgın deniz dalgalarına karşı oluşturduğu su setlerini sürekli yükseltiyor. Konuya böyle bakınca buzulların erimesinin Avrupa’da bunun büyük bir sorun olacağını ve büyük felaketlere yol açacağını sanmıyorum. Onlar bu suların ne zaman, ne kadar yükseleceğini tahmin edebiliyor, hesaplarını ona göre yapıyor ve önlemini o doğrultuda alıyorlar. Bu alanda çok ciddi araştırmalar yapıyorlar. Ana sorun Bangladeş, Pakistan, Hindistan gibi fakir ülkeler, küçük ve stratejik önemi olmayan adalar ve maddi açıdan bakıldığında gelir seviyesi düşük bölgeler olabilir ve bu arada İstanbul’un da kısmen tehlikeli bir konumda olduğunun altını çizmek gerekir. Bir zamanlar yeşil olduğu için adına Grönland denilen ada üzerindeki 3 ile 5.000 metre yüksekliğindeki buzullar günümüzden 70 yıl sonra tamamen eridiğinde (bir teze göre 2050 yılına kadar), dünyadaki su seviyesinin 70 metre yükseleceği kötü bir senaryo olabilir. Onu da bırakalım, iki metre dahi yükseldiğinde Karadeniz sahiline yapılan o çirkin ve doğayı tahrip eden sahil yolu sular altında kalabilir. Bir başka ifadeyle doğanın bize ihtiyacı bulunmamaktadır. Doğa bizsiz de varlığını sürdürebilir. Onun için insanların doğa ile uğraşmaları onu kendilerince şekillendirmeye, yönlendirmeye, su yataklarını işgal etmeye çalışmaları felaketleri de beraberinde getirebilir. Doğa onun böğründe açılan derin yaraların öcünü bir gün gelir çok acı bir şekilde sorar ve hakkını geri alır. Tabiatın bize değil bizim tabiata ihtiyacımız olduğu gerçeği, hiçbir zaman unutulmamalıdır. Ortak sorumluluk olarak hepimiz bu ülkede birlikte yaşıyoruz ve hepimizin doğaya ihtiyacı olduğu bilinciyle yeni bir çevre politikası belirlenmelidir. 

Hızlı erimenin Türkiye’ye etkisi ne şekilde görülebilir?

Türkiye açısından bunu bir örnekle açıklamak isterim: Toros dağlarının buzullarının erimesi tehlike oluşturabilir. Ne olabilir? Bakın Antalya’nın Tunus’tan farkı nedir? Antalya yeşildir. Turistler Antalya’yı hem güneş hem yeşillik hem de sıcak var diye tercih ediyor. Antalya’dan kuzeye baktığınızda karlı dağlar görürsünüz. Tunus’ta ise sadece kum vardır, topraklar kıraçtır ve cansızdır. İşte Torosların buzulları olmazsa, Antalya da yeşil olmaz. Buzullar bizim tabii koruyucularımızdır. Aniden eriseler büyük felaket olur. Dengeli bir şekilde suyumuzu veriyorlar. Buzullar ve ağaçlar bizi koruyor fakat biz bunun farkında değiliz. Buzullar ve ağaçlar olmazsa yağan yağmur bize sel olarak gelir. Hızlı erimeyi tek başımıza engelleyemeyiz. Bu konuda bütün devletler birlikte hareket etmeli ve hızlı erimeyi önlemeye çalışmalıdır.