Peki, kadının evin içindeki çileyi çözüp sardığı yumakla örüp yamadığı, tamamladığı ama kimsenin görmediği nerede?
Bireyi, biriciklik vaadi ve sanal dopamin yüklemeleriyle benci bir yalnızlaşmaya yönlendiren, yetmezmiş gibi, yine bireyi, içinde ezbere bulunduğu topluluğun sözde güvenli alanında neredeyse dürtüselleşmiş (herkesle benzer) düşünüş ve davranışın uyuşukluk hazzıyla tutarak tektipleştiren günümüz koşullarında, çağımıza iyi gelecek dokunuşlar yapan bir sergi açıldı. Merdiven Art Space’te 8 Haziran’a değin görülebilir. Dört yaratıcı insanın “yan yana duruş” çalıştığı bir seçki. “Parça Parça.” Otantik kendimizi gerçekleştirirken birlikteliği de hayata geçirebileceğimizi, bu birliktelik olanağında kendimizi gerçekleştirmeyi de bir arada durmayı da sürdürebileceğimizi öneriyor.
Dahası bir buçuk yıl gibi uzunca bir zamanı ayırıp özenli bir gayretle hazırlanmış bu sunu, Neriman Polat küratörlüğünde Defne Parman, Doğa Çal, Hilal Balcı’nın feminist pratikle iletişimi deneyimleyiş öyküsü. Bu öykü serginin ana temasının da canlı sağlaması. Kimi zaman benliğimizin eksiğini gediğini açığa çıkarıp egonun tamlık yanılgısında çatlaklar oluşturan, kimi zaman ise bütünün iyilik, bütünü oluşturan “parça”nın iyileştirici hallerine odaklanan serginin dert edindiği bir dolu, en çok da kadını yakından ilgilendiren meselesi var.
Defne Parman’ın işleri nesnenin, hayvanın, çocuğun, kadının, insanın, toplumun kırılganlığı, yaralanabilirliği üzerine. Parman, gazete haberlerini tığ ile incecik kâğıda dantel “Örtü” gibi işlerken estetik mi, gerçeklik mi sorusunu aklımızda ayaklandırıyor; pamuk parçalarıyla diktiği “Pamuktan” yorgan -yorgan mı?- yumuşaklığı, beyazlığı, bir yetişkine göre küçük boyutuyla hem şefkat hem de tekinsizlik hissi veriyor; günün herhangi bir anında televizyon haberlerini izlediğimiz oturma odamızdaki duvara fotoğraflar asıp gerçek haber görselindeki zarar görmüşün bir parçasına sargı beziyle “Pansuman” yapıyor; tüm serginin içinde bir başına çerçeve içine aldığı kuru “Yaprak” ile de tekillikteki bütünün yarasına işaret ediyor. Her an bozulabilecek hassas malzemelere -bir anneanne hassasiyetiyle- işlenen sosyo-politik mesajlara dökülmüş onca göz nuru, alın teri, verilmiş çok emek, çekilmiş çile…
Doğa Çal
KADININ BİÇİM BİÇİM ÇİLESİ: “DUVARI ÖRMEK
Kadının biçim biçim olan çilesi, Doğa Çal’ın “Duvarı Örmek” işinde sözlükteki iki anlamıyla da karşımıza çıkıyor. Biz bu işi sergide fotoğraf olarak görüyoruz, Çal’ın yirmi beş çile kırmızı iple, harika bir deniz manzarasına karşı dikilmiş ama terk edilmiş yarım bir binanın iki sütunu arasına bin bir emekle ter dökerek duvar örüşünü gözümüzde canlandırmak yetiyor, yeryüzündeki kadının evini kurmak ve korumak ve güvenli duvarına yaslanmak için çektiği çileyi ansımamıza. Peki duvara ipten geçen kırmızı aşk mı kan mı kor mu elma ve nar mı ya da ne?..
Peki, kadının evin içindeki çileyi çözüp sardığı yumakla örüp yamadığı, tamamladığı ama kimsenin görmediği nerede?
Çal’ın üç farklı mekânda çektiği “Kafam Başka Yerde” video serisinde evin çeşitli yerlerine dağıttığı anlamsız gibi duran beden parçalarına ise bir ıslık yetecek sanki anlamı buldurmaya. Bir ıslıkla bu parçalar bedende toplanabilir. Anlam ise ıslığın nereden çalındığına göre belirecek. Islık dışarıdan çalınıyorsa, Amerikalı Şair Edna St. Vincent Millay’in 1892’de yazdığı şiirindeki gibi bir ıslıksa, parçalarımızın ataerkil sistemin tanımladığı bedenleri meydana getirip görünmez olması büyük olasılık. Ama içeriden çalınıyorsa, bizim kendi ıslığımızsa, bu parçalar, kendimize ait odamızdaki çalışma masası dâhil, evin çeşitli köşelerinde iş gören bizi biz yapan şeyler olarak toparlanıp asıl bedenimizi oluşturabilir, kendi ışımalarını da sürdürerek. 130 yıl önce kendi soluğunu kendi melodisiyle atmosfere cesaretle üfleyerek bu eril ıslığın sorunlu oluşundan cesaretle söz eden Millay’in şiirlerinde hâlâ ışıyan parçaları gibi.
AH, AH, PİŞMAN OLACAKSIN
Ah, ah, çok pişman olacaksın bu sözü söylediğine!
Kitabımı geri ver ve öpücüğümü al yerine.
Dostum muydu duyduğum, düşmanım mı,
“Ne kalın kitap küçük bir kafa için böyle!”
Gel, sana şimdi en yeni şapkamı göstereyim,
Dudak büzüp süslenişimi izleyebilirsin hem de!
Ah, her şeye rağmen, devam edeceğim seni sevmeye.
Bir daha asla düşündüğümü söylemeyeceğim sana.
Tatlı ve düzenbaz olacağım, nazik ve kurnaz;
Beni okurken yakalayamayacaksın bir daha:
Örnek bir eş olarak anılacağım.
Ve bir gün kapıyı çalıp ittiğinde;
Tam gününde, ne çok fırtınalı, ne de çok güneşli
Gitmiş olacağım, o zaman ıslıkla çağırabilirsin beni.
Edna St. Vincent Millay, 1892 - Türkçesi Nurduran Duman, Yasakmeyve Dergisi, 2006
Yine Doğa Çal’ın üç kuşak kadının ıslak, sesli öpücüklerle abartılı sevme gösterisi, alt metinde olabilecek nice kuşaklar arası ya da kişisel çatışmayı tahmin edip de günlük yaşamımızdaki gibi sevginin sürdürülebilirliğine odaklanarak pek önemsemediğimiz, dahası imrendiğimiz “Annem, Ben, Anneannem” performansı ise videoda kalmayacak denli etkili. Anneannemiz, babaannemiz hayatta ise ne güzel, değil ise ailedeki iki farklı kuşakla bu sevme gösterisi, sanatın günlük yaşamla doğrudan etkileşimi olarak, pekâlâ deneyimlenebilir.
Günlük yaşamın sanatla doğrudan etkileşimiyle ise Hilal Balcı’nın “Sarı Bez” işinin yaratım sürecinde karşılaşılabilir. Balcı, kadınların evde olmazsa olmazı temizlik bezi ile aralarındaki durumu araştırdığı sırada bir hafta boyunca çamaşır suyuna maruz kalması sonucu zehirlenmiş. Madam Bovary’i arsenik içerek intihar ettirecek Flaubert’in o durumu yazabilmek için önce kendisinin arseniği içip zehirlenmesi gibi.
Bedenin özellikle tekrar eden hareketlerine başka açılarla farklı uzaklıktan bakan Balcı’nın ayrıca, kadının sistemin içinde hayatta kalabilmek için oturmaya ya da tutunmaya çalıştığı, “Yukardan Çevirme” ile durmadan başındaki başkaları tarafından sağa sola çevrilen koltuk sandalye; yine günümüzün sorunu birbirimizi dinlememenin sonucu kendimizi ifade edemediğimizde boğazımızda takılı kalan her bir şeyleri “Yutkunma” zorluğu; bir kadının diğer kadının “Kulaktan” çektiği derdini avuçlarının arasında ezerek arkadaşına verdiği şifa gibi hikâyeleri içeren siyah beyaz videoları da meselesini çoğalarak eve taşıdığımız doğurgan işler.
Gidin görün. Sanata evet.