Bu filmi seyretmemem için çok bahanem vardı. Bir kere adı, “Mukadderat. Bununla birlikte, “Poor Things’ten sonraki en güzel film…

Hiç endişe etmeyin…

Filmi anlatıp, seyretme keyfinizi bozmayacağım.

Çünkü bu filmi seyretmenizi istiyorum.

Herkes seyretsin istiyorum.

Ama bir konuda kendimi tutamayacağım.

Filmin en güzel sahnesini anlatacağım.

Bir de o sahneden küçük bir diyaloğu yazacağım.

İSMİ “MUKADDERAT” OLAN BİR FİLMİ

SEYRETMEK İÇİNİZDEN GELİR Mİ

Aslında bu filmi seyretmemem için çok bahanem vardı.

Bir kere adı…

“Mukadderat:..”

“Yine muhafazakar mahallenin, mahalleye hoş görünmek için çekilmiş bir türlü çekici olamayan zorlama filmlerinden biri daha deyip geçebilirdim.

İkincisi “Ödüllü festival filmi” damgası…

Hakkında ö ücü bir kaç yazı okudum. Sanki “ödüllük festival” filmlerden biri olarak yazıyorlardı.

Ödülük ve festivallik denince de aklıma otomatik olarak  festivallerde gösterilip, üç beş sinema tutkununu ilgilendiren bir film geliyor.

Anlayacağınız caydırıcı bütün sebepler mevcuttu.

KIZIM “GİT SEYRET GÜLE GÜLE GİBİ

BİR FİLM” DEYİNCE DİRENCİM KIRILDI

Kızım Gülümsün, “baba bu filmi mutlaka seyretmelisin” dedi.

Beni etkilemek için de şunu söyledi:

“Hani Zeki Alasya’nın oynadığı Güle Güle filmi vardı  ya, işte onun gibi çok güzel bir film…”

“Güle Güle….”

Benim için anahtar kelime…

Rahmetli babam bütün hayatı  boyunca bana bir kere bir filmden söz etti.

Anemin zoruyla “Güle Güle” filmini seyretmişti.

Çok sevmişti o filmi, “Çok ağladım” demişti.

İşte bunlar bir araya  gelince önyargılarım kırıldı, gittim izlemeye….

SİNEMADAN ÇIKARKEN

İSE HİSSİYATIM ŞUYDU

 Bu yıl “Poor Things’den” sonra seyrettiğim en iyi film…

Sinema yazarı arkadaşlar;

Evet bu çok sınırlı ve küçük bütçeyle yapılmış bir film.

Ama lütfen festivallik ödüllük diye yazıp, insanların gözünü korkutmayın.

Kitlesel  seyirciye yönelik bir film bu ve dünyada  yaşayan herkesi ilgilendirecek, herkesin keyifle seyredeceği ve

sonunda  herkesin büyük bir umutla salondan ayrılacağı bir film…

Umarım küçüçük bütçeyle büyük iş yapan 

Easy  Rider gibi bu film de çok iş yapar.

İLK 10 DAKİKA SONUNA KADAR DAYANIN

SONRA BAMBAŞKA BİR FİLM OLUYOR

Bu filmi anlatmaya nereden başlayabilirim?

Önce bir uyarı;

İnsanı daha üçüncü dakikada kaçıracak iç karartıcı bir sahneyle başlıyor.

Bir sabah yaşlı bir adamın uyanamadığını, uykuda öldüğünü görüyoruz.

Onuncu dakikaya  geldiğimizde Gülümsün’e “Beni bu filme mi getirdin yani” diyecekken,

İnanılmaz bir film  başladı…

Anlayacaksınız ki o iç karartıcı giriş gerekliymiş.

FİLMİN DEVAMINI ANLATMAYACAĞIM

SİZE SADECE ŞUNU SORACAĞIM

Babanız ölmüş,siz daha yasını tutarken,  anneniz gelip “Ben  evlenmek istiyorum” diyor.

Bir ölüm…arkasından 65 yaşında bir kadının evlenme arzusu…

Film böyle başlıyor…

Bu sorudan itibaren karşınıza  öyle bir hikaye çıkıyor ki…

Ağlamak kavramının aslında hüzünle mutluluk arasındaki hünsa bölgede nasıl güzel bir insanlık hali olduğunu anlıyorsunuz.

BURASI İLBER ORTAYLI’NIN

BİZE ANLATTIĞI KASABA MI?

İlber Ortaylı sık sık şunu söyler:

“Türkiye’nin ileri gitmesine engel olan şey kasaba kültürüdür…”

Film Karadeniz’in Cide kasabasında geçiyor.

Gördüğüm en güzel, en iç açıcı kasabalardan biri.

Nasıl olup  da bugüne kadar bu kasabayı  hiç keşfedememişim  hayret ettim ve kızdım kendime.

Özellikle de o sahnenin geçtiği Gideros koyunu…

Film işte bu kasabada 65 yaşında bir kadının bütün kasaba eşrafına karşı direnişini anlatıyor.

 KASABADA KÖTÜ  İNSAN  YOK

ONLARIN  ÖRF VE ADETLERİ  VAR

Aslında hiç te kötü insanlar değil kasaba ahalisi…hatta hepsi  iyi insanlar.

Ama yerleşik  kültür, çocukluktan gelen davranış tarzları, düşünce  kalıpları….

İşte sadece  bunlar ver…

Ama işte  bunlar bir araya  gelince, karşımıza son 25 yılda bize en fazla empoze edilen o ucube kavram çıkıyor:

“Hassasiyet…”

Hani şu Anadolu’nun çeşitli kasaba ve şehirlerinde konser yasaklatan o uğursuz kelime….

Milli hassasiyet… Örfümüz…adetimiz…

Ne güzel ambalajlar değil mi farklı olma arzusunu, düşünceyi bastırmak yok etmek için…

NUR SÜRER: BİR UPPER CİHANGİR

KADININ OLAĞANÜSTÜ PERFORMANSI

İşte güzel kasabanın ucube “Hassasiyet” tiranlığına direnen bir kadın görüyoruz filmte…

Nur Sürer carlandırıyor onu…

Yani bir “Upper Cihangir kadını…”

Seyrederken, size, “Bu rolü ondan başka kimse oynayamazmış” dedirten bir oyunculuk…

Aksi, arıza bir yaşlı kadının içinden kasabaya meydan okuyan modern, muzip, gerektiğinde “Sizin de, hassasiyetinizin de" diyebilen, alabildiğine pozitif bir karakter var artık karşımızda.

KAFKA’NIN BÖCEĞİ BİR SABAH

İNSAN OLARAK UYANIRSA

MÜthiş bir metamorfoz…Ama Kafka’nın sabah uyandığında kendini böceğe dönüşmüş bulan Gregor Samsa’nın  tam  tersi….

tersine tersine…

Kasaba “Hassasiyetinin” böcekleştirdiği  bir kadın bir sabah insan olarak uyanırsa…

İşte öyle bir durum…

Filmde bir de müthiş bir erkek karakter var.

Almanya’dan gelip Cide’ye yerleşmiş bir emekli…

Başta anlatmaya söz verdiğim sahne işte tam burada onunla yan yana sohbet  ederken geçiyor.

GİDEROS KOYUNDA YAN YANA

OTURAN BİR KADIN BİR ERKEK

Cide’nin neresinde olduğunu bilemediğim olağanüstü bir koy.

Galiba adı Gideros koyuymuş.

Göl gibi duru ve dümdüz bir deniz.

Bir kadın bir erkek yan yan oturmuş konuşuyorlar.

Onları arkadan görüloruz…

Bir dostluğun arkadan görünüşünün bazen  önden görünüşünden çok daha etkili bir anlatın gücü olabileceğini ispat eden bir kare.

KASABANIN ZALİMİ:

BAY “ELALEM NE DER”

İşte tam orada Almanya metropolünden  gelen emekli bir adam bilge kasabalı yaşlı kadına şunu itiraf ediyor:

“ Meğer yıllar boyunca elalem ne der diye hep kendi kendimi durdurmuşum. Şimdi yıllar öncce yapmam gereken şeyi yapıyorum…”

Yaşlı kadın dinliyor…

Ve dediğini yapmaya başlıyor.

Filmde işte o andan itibaren, böyle bir kadının bütün kasabaya rağmen neler yapacağını izliyorsunuz…

Anlatılan gerçek bir hayat hikayesi….

Şu yangın yerine dönmüş 21’nci Yüzyıl enkazı üzerinde dolaşlara  umut veren bir insanın gerçek hikayesi…

Bugünlerde yeniden gösterime giren “Her Şey Çok Güzel Olacak” filmi kadar sıcak.

“Babam ve Oğlum” kadar sımsıcak.

ÇOK BAŞARILI BİR

HAPPY END FİLMİ Mİ?

 Bir “Happy end” filmi mi bu…

Mutlu sonla biten…

Fakir oğlan zengin kıza kavuşmuyor.

Ama 65 yaşında dirençli, cesur ve kararlı bir kadının başarı hikayesi…

Evet mutlu bir bir son bu…

En güzeli de filmin sonunda her biri kasabalarına ve toplumun, “Zamim hassasiyetine”   meydan  okuyan onlarca gerçek  kadını da tanıtıyor bize…

Kaçırmayın bu harika filmi

Çünkü bugünlerde en çok ihtilacımız  olan şeyi anlatıyor…

Umutu ve cesareti…

MÜKEMMEL BİR KASABA

İNSANLARI KADROSU

Yönetmen Nadim Güç bu işi başarmış.

Senarist Erdi Işık’ın kasaba diyalogları olağanüstü…

Dediğim gibi Nur Sürer çok çok çok iyi…

Aslıhan Gürbüz,  müthiş bir kız…

Osman Sonant film ilerledikçe kendini hepimize sevdiren bir kasaba ağabeyi…

Şerif Erol, Almanya’ya giden her erkeğin ille de Almancı olarak dönmeyeceğini, gerçek kişiliğini bir Karadeniz kasabasında bulabileceğini  öyle  güzel anlatıyor ki…

Hepsine hepsine alkışlar…

Tekrar ediyorum…

Benim için bu yıl “Poor Things’ten sonraki en güzel film…

Sakın onu ödüllü bir festival filmi sanmayın…