Hamas yaklaşık 10 gün önce İsrail devletine karşı bir saldırı başlattı ve o günden bu yana çatışmalar devam ediyor. Çatışmalar ile paralel devam eden bir başka süreç var: kimin haklı, kimin haksız olduğu, saldırının şekli, ahlaki olup olmadığı, “başı kesilmiş” bebekler, siviller, insani yardım, çatışmaların dünya savaşına evrilip evrilmeyeceği gibi. Bu tartışma başlıkları listesine çok sayıda madde eklenebilir.

Medya / propaganda günümüzde de savaşlarda en önemli silahlardan birisi. Medya sayesinde karşı tarafı demonize edebiliyor ve kamuoyunu sizin yaptığınızın haklı olduğuna inandırabiliyorsunuz.

Özellikle sosyal medya bu türden faaliyetler için çok müsait. Herhangi bir mesaj doğruluğu teyit edilmeden kısa sürede yayılabiliyor ve artık önüne geçilemiyor. Böylece “iddia” düzeyinde ele alınması gereken mesaj “haber” haline geliyor. Bu “haberi” yalanlama şansınız kalmıyor, çünkü artık milyonlarca kişi tarafından dile getirilmektedir.

Bu kez de aynısı oldu. Bu kısa yazıda olanın ne olduğunu başlıklar halinde tarif etmeye çalışacağız.

İsrail ile Filistin arasındaki asıl sorun ne?

İki taraf arasında yaklaşık 100 yıldır devam eden bir yerleşim ve devletleşme sorunu var. İsrail 1948’de kuruldu. Ancak bundan önce de Filistinliler ile Yahudiler arasında zaman zaman şiddetlenen çatışmalar yaşandı. İsrail 1948’de kurulduğu zaman BM genel kurulu (181 sayılı karar) bir Filistin devletinin de kurulması için karar aldı ancak bugüne kadar bu uygulanmadı. (harita 1)

İsrail 1948’de ilk kurulduğunda yüzbinlerce Filistinli kendi topraklarından tehcir edildi. Bu Filistinliler çoğunlukla Suriye ve Ürdün olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerine dağıldılar.

Ancak bu tehcir İsrail devletine yetmedi ve İsrail BM’nin 181 nolu kararına rağmen İsrail Devleti içinde, yani kendi topraklarında (Filistinlilerin toprakları) ilerlemeye devam etti.

O meşhur harita bu şekilde ortaya çıktı. (harita 2) !946’da coğrafyanın hemen hepsi Filistinlilerin yaşığı yerlerdi, 1947’de (İsrail devleti ilan edilmeden önce) 181 nolu BM genel kurulu kararı ile yeşil alanlar azaldı. 1967’ye gelindiğinde yeşil alanlar (Filistinlilerin yaşadıkları alanlar) daha da azalmıştı. 2012’de ise Filistinliler neredeyse yok olmuşlardı.

Yeşil alanların iki bölgede olduğu görülüyor. Bunlardan biri Batı Şeria, diğeri ise Gazze Şeridi, yani bugünlerde çatışmaların yaşandığı yer.

İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜMÜN İLK ADIMI BEGİN VE SEDAT ZİRVESİNDE ATILDI

Bu iki alan 1970’lerin sonuna doğru Camp David, (ABD başkanı Jimmy Carter tarafından arabuluculuğu yapılan görüşmeler) Dönemin İsrail Başbakanı Menahem Begin ve Mısır Devlet başkanı Enver Sedat arasında yapılan zirveydi. Zirve Mısır - İsrail arasındaki ilişkiler ile ilgiliydi ancak Filistin sorunu da ele alındı ve iki devletli çözüm için ilk temeller atıldı.

İkinci önemli adım 1991’de Madrid zirvesi ile atıldı ve taraflar barış görüşmeleri ve çözüm için taslak oluşturmak üzere anlaştılar.

Görüşmelerde en önemli adım ise Oslo’da atıldı. İlki 1993 ikincisi ise 1995’te yapılan görüşmelerde tarafları İsrail adına dönemin başbakanı İzak Rabin, Filistin tarafını ise Yaser Arafat temsil ediyordu.

Rabin ve Arafat Oslo’da görüştü ancak anlaşma Washington’da dönemin ABD Başkanı Bill Clinton arabuluculuğunda imzalandı. İzak Rabin bu barış anlaşması sonrası suikast ile öldürüldü.

Anlaşma basitçe Batı Şeria tarafında 3 etki bölgesi öngörüyordu. A ve B bölgeleri ile İsrail’in tamamen hakim olduğu (C) bölge. A ve B bölgelerinde (yaklaşık % 40) Filistinliler yaşayacaktı ve bu bölgelerden A tamamen Filistinlilerin hakim olduğu bölgeydi. B ise Filistinlilerin yaşayacağı bölge olmakla birlikte İsrail güvenlik güçlerinin hakimiyetinde olacaktı. C ise zaten sadece Yahudilerin bölgesiydi ve yaklaşık % 60’lık bir alanı kapsıyordu. (harita 3)

Ancak zamanla İsrail’in sözünde durmadığı ve genişlemeye yani Filistinlilerin evleri, tarım alanlarını gaspederek Yahudiler için yeni yerleşim birimleri açmaya devam etti. Üstelik bu Yahudiler dünyanın çeşitli yerlerinden getirilen yabancılardı.

İsrail diğer yandan Filistiniler üzerindeki baskısını sürdürdü. Filistin halkı sadece Batı Şeria’da yaşamıyor. Gazze, Kudüs, Tel Aviv gibi yerlerde de yaşıyor ve çalışıyorlar. Hemen hergün Filistinlilerin öldürüldüğü, tutuklandığı sahneler sergilendi.

Filistinler (ve İslam dünyası) için en önemli mekanlardan birisi Mecid-i Aksa. Bu mekan da tarih boyunca çeşitli çatışmalara ve baskınlara sahne oldu.

Filistinliler ken topraklarında yabancı muamelesi görü ve her hareketlerinde, seyahatlerinde kontrol noktalarından geçmek zorunda kaldılar. Zaman zaman bu noktalarda insanlar öldürüldü, göz altına alındı.

Yıllardır kanlı bir şekilde devam eden bu baskı süreci zaman zaman Filistinlilerin isyan etmelerine neden oldu.

Birinci ve ikinci intifada bunların örnekleridir. İntifada örgütlerin değil halkın isyanıydı ve iki intifa da kanlı şekilde sona erdi ancak Filistin davasının dünya tarafından görülmesini sağladı.

Öte yandan Filistin davasını / direnişini devam savunmak / devam ettirmek üzere zaman içinde çeşitli örgütler kuruldu.

Yaser Arafat liderliğinde kurulan (1959) El Fetih bunlardan birisidir. El Fetih geçmişte en etkili örgüttü. Filistin Kurutuluş Örgütü’nün (FKÖ) bileşenlerinden olan El Fetih şimdilerde Batı Şeria’da bulunan ve dış dünyanın resmi, legal muhatap olarak kabul ettiği Filistin Hükümetinin (otoritesinin) öncüsüdür ve halen en önemli bileşenidir (Filistin Başbakanı Mahmud Abbas aynı zamanda El Fetih’in de lideridir).

Filistin direnişi sadece El Fetih ile kalmadı. George Habash 1967’de Marksist – Leninist Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ni (FHKC) kurdu.

İslami Cihad ise 1981’de kuruldu. Hamas’ın kuruluş tarihi ise 1986.

Çok sayıda başka örgüt de var ancak öne çıkanlar bu örgütler. Bu örgütlerin siyasi ve askeri kanatları var. Fetih’in askeri kanadı “El Aksa Şehitleri Birlikleri”, FHKC’nin askeri kanadı “Şehit Ebu Ali Mustafa Birlikleri”, İslami Cihad’ın askeri kanadı “Kudüs Tugayları” adı altında faaliyet gösteriyor.

Son süreçte saldırıları başlatan ise Hamas’ın askeri kanadı “İzeettin El Kassam Tugayları.”

Hamas ikiye bölünmüş olan Filistin devletinin Gazze Şeridi tarafına hakim olan örgüt. Örgütün siyasi kanadı diğer örgütlere göre daha çok biliniyor. Gazze’de kurulu hükümet de bu siyasi kanadın kurmuş olduğu hükümet.

Hamas ile El Fetih arasında geçmişten bu yana iktidar mücadelesi var ve iki örgüt zaman zaman çatıştı. 2006’da yapılan seçimleri Hamas Gazze tarafında kazanmıştı ancak El Fetih ve onu destekleyen Batılı devletler bu sonucu kabul etmediler.

Bu gelişmeler Müslüman Kardeşler ve fundamentalist bir islami kökenden gelen Hamas’ın yönetim kadrounun daha da radikalleşmesine neden oldu.

Hamas ve İslami Cihad radikal dinci örgütler. Yukarıda zikredildiği üzere FHKC Marksist, El Fetih ve diğer FKÖ bileşenleri laik yapıda örgütler.

ARAFAT'TAN SONRA KARİZMATİK LİDER ÇIKMADI

Dünya solunun 1970’lerde Filistine gösterdiği ilgi solun küresel gerilemesi ve İslamizasyonun Batı tarafından teşvik edilmesi ile birlikte zayıfladı. El Fetih, Arafat 1970’lerde öok popülerdi ve destek görüyordu. Ancak 80’lerde başlayan yeni dalga ile birlikte yerini dini şeriatı temel alan örgütlere bıraktı. Bunda Oslo anlaşmalarının bazı Filistinlilerce ihanet sayılması ve Arafat’ın ölümü sonrası karizmatik bir liderin çıkmamasının da etkisi vardı. İsrail tarafında olduğu (İzak Rabin bu nedenle ördürüldü) gibi Filistin tarafında da Oslo anlaşmalarının Fislistin davasından taviz verildiği anlamına geldiğini savunanlar vardı.

Yaklaşık 10 gün önce başlayan çatışmalara uzanan yol çok karışık ve bu yazıda değinemediğimiz çok sayıda ayrıntıyı içeriyor.

Hamas’ın bu saldırısı son yıllarda biriken öfkenin taşmasıydı. Zira İsrail Trump döneminde bazı Arap ilkeleri ile İsrail arasında sağlanan normalleşmeye rağmen (o dönemde de söz vermesine rağmen) Filistiniler üzerindeki baskısını devam ettirdi ve genişlemeyi sürdürdü. Diğer yandan Filistinlilere karşı yukarıda özetlediğimiz muamele şiddetle sürdü.

Filistinliler terk edildikleri psikolojisini uzun zamandır yaşıyordu. Trum’ın sağladığı Arap – İsrail normalleşmesi bu psikolojiyi daha da derinleştirdi.

Geçtiğimiz yılbaşından hemen önce kurulan yeni Netanyahu hükümeti de tuzu biberi oldu.

BENJAMIN NETANYAHU, BEZALEL STRIMICH, ITAMAR BEN GVEIR

Netanyahu koalisyon hükümetinde Dinci Siyonist Parti’den Bezalel Strımich’i Maliye Bakanı, Yahudi Ulusal Cephe’den Itamar Ben Gveir’i Ulusal Güvenlik Bakanı yaptı.

Üçü de “en iyi Filitinlinin ölü Filistinli” olduğu görüşünde. Bunu da açıkça ifade ediyorlar. Bu hükümet işbaşına geldiğinde zaten dünya nefesini tutmuştu ve bu türden çatışmalar, şiddet bekleniyordu.

Son dönemde Mescid-i Aksa’da yaşananlar, İsrail ordusunun Cenin Kampı ve Nablus baskınları ile ortam daha da gerildi ve uzun bir süredir gizlice bu saldırıya hazırlandığı belli olan Hamas’ın askeri kanadı İsrail içinde de dışında da herkesi şaşırtan bir saldırıya başladı.

SALDIRI DURDUK YERE Mİ BAŞLADI?

Saldırı “durup duruken” değil. Filistinlilere yönelik zaten sürekli ama düşük yoğunluklu bir saldırı devam ediyordu. Hamas’ın yaptığı yüksek dozda saldırarak devam etmekte olan “Filistinlilerin sakince yok olma sürecini” İsrail açısından rahatsız etmek, “ortalığı karıştırmak” oldu.

İsral’in de Hamas’ın da kullandığı yöntemler, ideolojileri, bu saldırılarda yaşanan savaş hukuku ihlalleri elbette konuşulması, sorgulanması, eleştirilmesi gereken hususlar.

Ancak bunları anlayabilmenin ve sağlıklı şekilde eleştirebilmenin yolu ifrat ile tefrit arasında gidip gelmek değil.

Daha düz söyleyecek olursak: Türkiye’de ve dünyada bir kesim sol “pembe panjurlu” bir Gazze görüyor ve hayal ediyorlar. Oysa orada manzara baskı, kan, ölümler, hastanelerin acil servislerinin her an tam mesai yapmasından ibaret. Bu bölgede romantizme yer yok. Ne kadar rahatsız edici olursa olsun gerçekçi bir yaklaşım lazım.

Çözümün tek yolu İsrail’in iki devletli çözümü kabul etmesi kendi bölgesinde yaşayan Filistinlilerin haklarını kabul ederek onlara eşit vatandaş olarak yaklaşması.

Aksi halde önümüzdeki yıllarda da buna benzer manzaraları çokça göreceğiz. “Aşırı” olduğu ifade edilen örgütlerin, şiddetin yok olmasının, barışın gelmesinin tek yolu bu.