Burası üç inancın mezarlarını bile birleştirmeyi başarmış insanlarının örnek yaşam vahası. Yani Kudüs’ün 2000 yıldır başaramadığını başarmış bir şehir…

6 Şubat Depreminin ikinci yılını doldurduk.

İşte böyle bir günde 3 yıldan beri kafamda dolaşıp duran bir soruyu ilk defa dillendiriyorum.

Antakya’da “İkinci bir Yılmaz Büyükerşen mucizesi yaratılabilir mi?”

DEPREMDEN BİR YIL ÖNCE ASİ NEHRİ

KENARINDA AKLIMA GELEN SORU

Bu soru aklıma ilk defa depremden önce bir Ramazan gününde Antakya’nın tarihi bölgesini gezerken gelmişi.

Müthiş neşeli insanlar.

Üç büyük tek tanrılı dinin kozmopolit bir “Birlikte yaşama kültürü ve adabı.”

Ve şehrin ortasından sakin biçimde akan bir nehir.

Asi Nehri…

YILMAZ HOCANIN PORSUK

MUCİZESİ YENİ BİR ŞEHİR YARATTI

O gün bu nehire bakarken aklıma gelmişti bu soru.

Yılmaz Büyükerşen Eskişehir’de, bir Orta Avrupa şehrinin estetiği düzeyinde nehir kenarı yaşamı ve kültürü oluşturmuştu.

Bu panaroma bugün Türkiye’nin her yerinde bir rol modeli olarak herkes tarafından taktir ediliyor.

SPOR SALONU AÇILIŞINDA

BANA SÖZÜ EDİLEN VAKIF

Bir buçuk ay önce Sadettin Saran’ın Antakya’da açtığı spor salonu ve kültür merkezini görmek için gittiğimde etrafı panolarla çevrili tarihi bölgeyi gezmiştim…

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy buraya özel bir önem veriyor ve çok sıkı kontrol ediyor.

Orada bazı kişiler bana Türkiye Tasarım Vakfı’ndan söz etmişti.

Depremden sonra çok başarılı bir çalışma yaptıklarını ve özellikle tarihi bölgenin yeniden ayağa kaldırılması için mükemmel bir proje hazırladıklarını söylemişti.

VAKFIN BAŞKANI ESKİ ANTAKYA’NIN

YENİ HALİNİ PAFTA PAFTA ANLATIYOR

Depremin ikinci yıldönümünde işte bu vakfın Başkanı Furkan Demirci’yle buluştum.

Bana hazırlanan projeyi ayrıntılı biçimde anlattı.

Bu projeyi “Hatay Yeniden Canlanıyor” başlıklı bir kitap haline de getirmişler.

O kitabı da dikkatle okudum.

Tarihi bölgeyi mahalle mahalle, ev ev, pafta pafta yeniden düzenlemişler.

Bunlara ait görsel illüstrasyonlar hazırlamışlar.

ÖNÜMDE PORSUK KENARI GİBİ 

BİR ASİ NEHRİ KENARI DURUYOR

İşte bu illüstrasyonlardan biri Asi Nehrinin kenarının yeniden düzenlenmesiydi.

Üç yıl önce gittiğimde nehrin etrafı bakımsız ve düzensizdi.

Sadece bir bölümünde insanı etkileyen güzel bir ışıklandırma vardı.

Tasarım Vakfı projesinde özellikle nehir boyuna da özel bir önem verilmiş.

Eminim Yılmaz Büyükerşen’in “Porsuk Mucizesi” onları da etkilemiştir.

Hazırlanan görseli beğendim.

Gerçekleşirse eminim Yeni Antakya’ya yeni bir cazibe daha katacaktır.

VAKFIN ARKASINDA TANIDIĞIMIZ

BİR AİLENİN ÜÇÜNCÜ KUŞAĞI VAR

Bu projenin ön planda görünen ismi Furkan Filiz.

Ama bir de arka planda olup bu vakfın esas kurucularından olan genç bir iş insanı var. Adı mütevelli heyeti içinde geçiyor.

Mehmet Kalyoncu

Kalyoncu ailesinin üçüncü kuşağından. Kendisiyle daha önce tanışmıştım. Modern genç ve başarılı bir iş insanı…

Kurduğu bu vakıfta birçok genç insana her alanda tasarım eğitimi veriliyor.

Tamamen gönüllü bir iş.

Aynı zamanda müzikle uğraşan bir iş insanı.

Cumhuriyet’in 100’ncü Yılı için yazdığı bir eser büyük orkestra tarafından seslendirildi.

PROJENİN KOD ADI İSE ŞU:

YENİ ŞEHİR, KADİM HİKÂYE

Kalyoncu, kitabın girişine yazdığı önsözde bu projenin slogan adını şöyle belirlemiş:

“Yeni Şehir, Kadim Hikâye: Hatay”

Nedir bu kadim hikâye onu da açmış:

“Hatay, farklı etnik köken ve inanca sahip insanların bir arada yaşadığı çok kültürlü bin nüfusa sahip nadide bir şehir. Tasarımı ve planlama işlerini yürütürken Hatay’ın yıllar boyunca koruduğu şehir hafızasını, tarihi geçmişini, kültürel değerlerini dikkate alarak tüm paydaşlarla birlikte çalışmalar yaptık.”

“SİZE, ANTAKYA’YA ÇÖKMEK Mİ

İSTİYORSUNUZ DEMEDİLER Mİ?”

Aklıma şu soru geliyor ve hiç sansürlemeden soruyorum:

“Bu vakfın mütevelli heyetinde Mehmet Kalyoncu var. Türkiye’nin en büyük inşaat şirketlerinden biri ve iktidara çok yakın. Bu size yerel düzeyde itiraz getirmedi mi?”

Tabi ki getirmiş. “Şehrin inşaatına çökmek istiyorlar” diyenler çıkmış.

“Ama kimsenin itiraz edemeyeceği mimarlarla ve uzmanlarla çalıştık. Neticede sivil toplum örgütleri de bize sahip çıktı. Biz vakıf olarak sadece gönüllü bir çalışmayla, beş kuruş almadan bir proje hazırladık. Şehrin yaşayanları da sahiplendi” dedi.

ESKİ ŞEHRİN ORTASINA BİR SELATİN

CAMİ YAPIN DİYEN KİMSE OLMADI MI?

Kafamdaki ikinci soruyu da aynı netlikle sordum.

“Bu şehrin çok kültürlü yapısını siz de kabul ediyorsunuz. Ama AKP anlayışını da biliyoruz. Projeyi hazırlarken eski tarihi bölgeye devasa bir cami yapmanız empoze edilmedi mi?”

Cevabı şu oldu:

“Bize devlet veya iktidardan kimse empoze etmedi. Ama şehirden bazı kişiler gelip ‘Buraya bir Selatin camii yapalım’ dediler. Bu konu tartışıldı. Ama çok ilginçtir AKP’ye yakın sivil toplum temsilcileri bile ‘Bu boyutta bir cami şehrin kültürel yapısına uygun olmaz’ dedi. Ayrıca o bölgede tarihi çok güzel bir cami de var. Konya Belediyesi restore ediyor.”

(Selatin Cami, Osmanlı döneminde sultanların yaptırdığı camilere verilen isimdi.)

 

MEDENİYETLER KOROSU KONSER

SALONUNA SPONSOR BULAMIYORUZ

Tarihi bölge 350 dönüme yakın bir alan. Bütün bir alan için çok ayrıntılı proje yapmışlar ama onlar 50 dönümlük bölümünün proje uygulamasını gerçekleştiriyormuş.

Orada da bazı sıkıntıları var.

Çok güzel bir “Medeniyetler Korosu Konser Salonu” ve Antakya Lise kompleksi projesi yapmışlar.

Ne yazık ki bunun gerçekleşmesi için sponsor bulamıyorlarmış.

Tarihi bölgenin caddelerini, meydanlarını, alanlarını, yollarını, ekonomisini yaşatacak biçimde projelendirmişler.

ANTAKYA ORTA DOĞU’NUN

MARAKEŞ’İ OLABİLİR Mİ?

Projenin bütün görsellerini tek tek inceledim.

Yapılabilirse eski Antakya eskisinden çok daha cıvıl cıvıl ve çok kültürlü, çok inançlı bir şehir olarak ayağa kalkabilir.

Suriye iç savaşı başlamadan önce Avrupa’daki arkadaşlarımdan sık sık  bu bölgenin iki şehrinin ismini duymaya başlamıştım.

Halep ve Antakya.

Avrupalı arkadaşlarım bu iki şehire “Orta Doğu’nun iki yeni Marakeş’i olarak bakıyorlardı.

CHRISTIAN LOUBOUTİN

HALEP’TEN EV ALMIŞTI

Hatta ünlü ayakkabıcı Christian Louboutin, Halep’te bir ev aldığını söylüyordu.

Marekeş’in bugün en bilinen iki yeri Yves Saint Lauren Müzesi ve Majorelle Bahçeleri.

Birini ünlü tasarımcı Yves Sain Lauren ve partneri Pierre Berge, ötekini ise ünlü ressam Jacques Majorelle yapmıştı.

Orada evleri de vardı.

Yani böyle ünlüler böyle şehirleri dünyaca ünlü hale getiriyor.

Halep ve Antakya da işte böyle bir destinasyon olmaya doğru gidiyordu.

 

HALEP VE ANTAKYA BİRLİKTE HARİKA BİR

MEZOPOTAMYA SİNERJİSİ YARATABİLİR

O nedenle şunu inanıyorum.

Türkiye ve UNESCO gibi kuruluşlar Halep ve Antakya’nın yeniden ayağa kalkmasında etkili bir kontrol ve gözlemcilik yapmalıdırlar.

Ama dikkat edilecek nokta, bu şehirlere sadece kendi inanç ve kültürleri gözüyle değil, şehirlerin sahip olduğu kozmopolit özellikleri dikkate alarak bakmalarıdır.

Halep ve Antakya birlikte harika bir Mezopotamya sinerjisi yaratabilir.

PARASAL KAYNAKTAN DAHA ÖNEMLİSİ BU ŞEHİRE “FETHEDİLECEK” BİR YER GÖZÜYLE BAKMAMAK

5 Şubat akşamı bu projeyi büyük heyecanla dinledim.

Şuna inandım.

İhtiyacımız olan şey, parasal kaynaktan daha çok bu şehirlere kendi ideolojimiz, inançlarımız, fanatikliklerimiz ve hayat tarzımız objektifinden değil, o şehrin  tarih boyunca oluşturduğu “birlikte yaşama kültürüne” olan saygı objektifinden bakabilmemizdir.

BURASI KUDÜS’ÜN BAŞARAMADIĞINI

BAŞARMIŞ İNSANLARIN ŞEHRİ

Burası üç inancın mezarlarını bile birleştirmeyi başarmış insanlarının yarattığı örnek bir ortak yaşama vahası.

Yani Kudüs’ün 2000 yıldır başaramadığını başarmış bir şehir…

Bunu herhangi bir önyargı ile yok etmeye, bozmağa çalışmak, bundan siyasi, parasal rant etmeye uğraşmak her üç dinde de en büyük günahtır.

Ben bir İzmirli olarak hep şehrime bir Yılmaz Büyükerşen mucizesinin uğramasını hayal ettim.

Antakya bunu başarabilecek projelere sahip.

İhtiyaçları olan tek şey, dar görüşlü bir siyasi belagatın ve uğursuz bir parmağın bu peyzajı bozmasına izin vermemektir.