A(E)T/AB-Türkiye ilişkileri ve bu ilişkilerin oluşturduğu normatif yapı Avrupa Hukuku gibi aynı özellikleri taşımaktadır. Bir başka deyişle, bu 1964 yılında imzalan antlaşmanın ve 1970 yılında yürürlüğe giren Katma Protokol’ün özünde akit tarafların ulusal yasalarının üstünde supranasyonal özelliğe bağlı olarak ulusal yasalarda çatıştığında, Avrupa Hukuku gibi, öncelik ve doğrudan etkinlik özellikleri bulunmaktadır. Buna rağmen A(E)T/AB üye ülkeleri bu hükümlerin ve kendilerinin en yüksek ve son yargı mercii olan ABAD Kararları’nın hayata geçirilmesini değişen siyasi olay ve koşullara bağlı kılmayı tercih etmişler ve dolayısıyla hukuki güvencesizliğin kapısını aralamışlardır.
Bunun bir sonucu olarak da ülkemiz vatandaşlarına Avrupa Birliği üyesi ülkelerle gerçekleştirdikleri hizmet ticaretinde haksız engeller çıkartmaktadırlar. Bu hukuksuz temeldeki işlemlere bağlı olarak da, haksız rekabet yapılmaktadır. Bu hukuksuzluğun doğurduğu haksız rekabet süreci, sadece hukuki sorunlar taşımamakta, aynı zamanda sürecin işleyişi de sistemin temel ilkeleriyle çelişmektedir. Bu konuda ABAD nezdinde mevcudu korumaya dönük davalarla ilgili olan yanlış anlamalar ve anlatımlar özellikle son verilen Demirkan Davası’yla genelde ülkemize, özelde insanlarımıza karşı yürütülen bu haksız uygulamaları devam ettirtmek için top yine taca atılmıştır.
Mevcudu koruma ilkesi doğrultusunda vizenin hukuksuzluğu ABAD’ın 2007 yılındaki Tüm/Darı Kararı’yla kesinleşmişti. Kasım 2012 yılında görülen DEMİRKAN davası ise bir oyalama davasıdır. Hukuktan ziyade siyasetin ön plana çıktığı bir dava olduğu yapılan sözlü duruşmada da ortaya çıkmıştır.
ABAD TÜRKİYE’NİN VİZESİZ SEYEHATİNİ TEYİT ETTİ
Avrupa Birliği üye ülkelerinin en son ve en üst yargı organı olan ABAD, araştırmamıza göre, vizesiz seyahat ve vize ötesi hakkımızı içeren verdiği altı tarihi kararla teyit etmişti. Ancak, AB üye ülkeleri bu haklarımızı devreye almakta çok isteksiz davranmaktadırlar. Bu durum hukuki güvencesizliği kapsayan bir alan oluşturmuştur. Bu uygulamalara karşı başta Almanya, Avusturya, Hollanda ve diğer AB üye ülkeleri olmak üzere vatandaşlarımız bireysel olarak mahkemelere başvurmaktadırlar.
Hukuki yollara başvurunca, araştırmamıza göre, üye ülkeler açılacak davaları kaybedeceklerini bildiklerinden yanlış uygulamalarından hemen çark etmektedirler ve davaları düşürmektedirler. Hatta idari makamlar bir adım daha ileri giderek Avrupa Hukuku’ndan doğan haklarını bilmeyen ve bunları özellikle talep etmeyen Türklere bu haklarını vermemektedir. Bu doğrultuda Almanya Federal İçişleri Bakanlığı’nın kaleme aldığı bir iç yazısı olduğu bilinmektedir.
Bu mevcut durumu tespit etmek ve aşağıda sıralanan olayların tekrarından kaçınmak ve ilgili kamuoyunu doğru bilgilendirmek için bu çalışmayı somutlaştırmıştır:
1) ATAD/ABAD’ın 2007 tarihli Tüm/Darı kararının ardından Birleşik Krallığı’n Ankara Büyükelçiliği internet sitesine 21 Ekim 2007’de koyduğu bir açıklamada “İş kurmak isteyen Türk vatandaşlarına, Birleşik Krallığa giriş izni istemelerine fırsat tanımanın en uygun yolunu bulmak amacıyla tarihi yasaları yeniden gözden geçiriyoruz” ifadesini kullanmıştı. Ancak, İngiliz Hükümeti bu açıklamanın üzerinden yıllar geçmesine rağmen bu yönde şimdiye kadar hiç bir adım atmadı ve kamuoyumuza da bir açıklama yapılmadı. Birleşik Krallık AB üyeliğinden ayrıldı, ancak AB hukukundan doğan haklara sadık kalacağını da açıkladı. Bu açıklamayla bu davanın getirdiği haklar devam etmektedir. Bu konu takip edilmelidir.
2) Kazanılmış haklarımızı AB üye ülkelerinde uygulatabilmek için, Avrupa Komisyonu’nu göreve davet etmek gerekmektedir. Komisyon, Avrupa Hukuku’nun bekçisi olmasından dolayı bu konuda öncelik almak zorundadır. Tüm AB üye ülkelerinde bu konuda hukuki güvenceyi sağlayacak adımları atmasını talep etmek ve gerekli dosyaları önüne koymak gerekmektedir. Hukukun üstünlüğüne saygılı olmayan üye ülkeleri Komisyon’un dava etmesi gerektiğini Komisyona sürekli hatırlatmak gerekmektedir.
3) Sivil toplum kuruluşlarının bu konuda üzerlerindeki ataletten kurtularak, ortak bir politika ve işbirliği çerçevesinde konuya sahip çıkarak harekete geçmeleri için ortak çalışma kanalları bulunmalıdır. Damgalarla dolu bir pasaporta son vermek isteniyorsa, artık bu yola girmek kaçınılmaz ve aynı zamanda tarihi bir görevdir. Bu strateji uygulamaya konulabildiğinde sadece şimdiye kadar kazanılmış ve mevcut hakkımız ortaya çıkartılamamış olacak aynı zamanda üzerinde görüşler oluşturulmamış haklar da hayata geçirmiş olunur.
SOMUT ÇIKTILAR
Türk vatandaşlarının A(E)T/AB Türkiye Ortaklık Hukuku’na dayanan, Avrupa Birliği Adalet Divanı (ATAD/ABAD) kararlarıyla uygulanması kesinleşen kazanılmış haklarını uygulamaya geçirmenin tek yolu, hukukun üstünlüğü prensibinden hareketle ulus üstü hukukun sunduğu yöntemleri kullanmaktır. Bu arka plandan hareketle araştırmanın vardığı somut sonuçlar aşağıdaki gibidir:
Vize uygulamalarının yarattığı sorunların başlıkları şu şekilde özetlenebilir:
1 Hizmet edinimine dönük engeller; vize uygulama yoluyla, şirket temsilcilikleri kurmak, şube ve bayii açma gibi faaliyetlerde zorluklar çıkarmak,
2 Hizmet sunumu girdilerini zorlaştıran engeller; şirket temsilciliklerinde çalışacak elemanlara oturma izni vermeye ve sınır ötesi ticari servis kullanımı ile 2 ay süreli uzman eleman çalıştırılmasını engellemeye dönük uygulamalar,
3 Hizmetin tanıtımı ve alınan diplomaların denkliği, eğitim programlarının uyumlaştırılması, mesleki akreditasyonunun sağlanması konusunda ortaya çıkan sorunlar,
4 Rekabette eşit koşulların engellenmesi sonucu ortaya çıkan haksız rekabetin getirdiği ihracat kaybı,
5 Hizmetin dağıtımı ile ilgili sorunlar; Türk tır firmalarına ve malların taşınmalarına dönük uygulanan kota sistemi gibi.
Araştırma projemizin vardığı en çarpan etkilerinden biriside çalışmalarda ve söylemlerde tüm ağırlık Vizesiz Avrupa’ya verilmiştir. Vize ötesi haklar sanki yokmuş gibi hareket edilmektedir. Araştırmamızda vardığımız sonuca göre verilecek uğraşlarla güdülen hedef, sadece vizeyi kaldırmak olmamalıdır. Vize ötesi haklar, yani AB üye ülkelerindeki ilişkilerde asıl mesele olan tam eşitlik, ayrımcılığın önlenmesi ve partnerlik konusunun daha önemli olduğu araştırmanın çarpan etkisi olan bir sonucu olmuştur.
VİZE ÖTESİ HAKLARA DÖNÜK BAZI ÖRNEKLER
Tarım ürünlerinde 1987 ile 1996 arasında olduğu gibi, alınan vergilerin kaldırılması gerekmektedir. Bu alanda yıllık kaybımız bir milyar doları aşmaktadır.
1 Çocuk parasının değiştirilmesi (daha önceden Almanya’da çalışan veya ikamet eden kişilerin Türkiye’de bulunan çocuklarına ödenen çocuk parasının Türkiye temel alınarak ödenmesiyle çok aşağıya çekilmesi ve Almanya’dakilere ödenen parayla eşit olmaması. Bundan dolayı oluşan parasal kayıpları milyarlarla ifade etmek gerekmektedir)
2 Üye ülkelerde uygulanmakta olan Yabancılar Yasası yanında İş ve İşe Teşvik Yasası ve diğer yasaların bu ülkelerde yaşayan Türklere sadece kısmen uygulanabilirliği söz konusudur. Diğer alanlarda Avrupa Türklerinin hemen AB yurttaşlarıyla eşit hakları vardır. Onun için Avrupalı Türkleri diğer bir AB üye ülkesinde yaşayan İspanyol’dan, İtalyan’dan, Portekizliden ayırmak hukuku çiğnemek anlamına gelir.
3 Bir başka nedenimiz ise, Avrupa Birliği’nin 27 üye ülkesinin Dışişleri Bakanları’nın Nisan 2006 tarihinde yaptıkları bir toplantıda vize ücretlerini 2007 yılının başından itibaren 35,-- Avro’dan 60,--Avro’ya çıkarmayı karar altına almış olmalarıdır. Vize işlemleri bu arada özel firmalar tarafından yapıldığından onlara da ayrıca önemli meblağların ödenmesi istenmektedir.
Bu durum iki sorun yaratmaktadır:
a) Vize alma ücretleri tekrar artmıştır. Bu artış mevcudu koruma ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
b) Bir ülkenin içinde başka bir ülkeye dönük egemenlik hakları o ülkenin kendi kurumlarının dışında yürütülmektedir.
Bu durum hukuken büyük sakıncalar içermektedir. Kaldı ki özel firmalar tarafından toplanan bu bilgilerin üçüncü kanallara aktarılmayacağının garantisi bulunmamaktadır. Bu yolla vatandaşlarımızdan 2005 yılı içinde aldıkları 8 milyon Avro’yu aşan para miktarı, 2007 yılından sonra 15 milyon Avro’yu aşmıştır. Bu rakamın 1980 ile 2012 yılları arası dikkate alındığında toplam olarak 600 milyon Avro’ya ulaştığı tahmin edilmektedir. Bu rakam 2023 yılında Alman istatistik verilerine göre 274 milyon Avro’ya ulaşmıştır. Avrupa basını bu gelişmeleri, “Vize Almada Türkler Tekrar Kesenin Ağzını Açmak Zorunda” başlıklarıyla vermektedirler. Ancak bu uygulama hukuki değildir (ABAD’ın 9 Aralık 2010 tarihli Toprak (C-300/09) kararı) ve mevcut haklarda kötüleştirme yapılamayacağı prensibiyle çatışmaktadır.
Ayrıca, AB üye ülkeleri hâlen yürüttükleri vize uygulamalarında bazı işverenlere üç ve hatta beş yıl süreli Schengen vizesi verirken, diğer işverenlerimize aynı hakkı tanımamaktadırlar. Bu gibi uygulamalar Ortaklık Hukuku’na ters düşmektedir. Bunlara karşıda araştırmamıza göre muamele eşitsizliğinden dolayı tazminat davası açılmalıdır.
SORUNUN KAYNAĞI
Türkiye’nin, AB örgütlenmesinin yapı ve süreçlerinin getirdiği temel yükümlülüklere tam üyelik müzakereleri çerçevesinde uyma çabalarına rağmen, bazı AB kurumları ve üye ülkeleri tarafından bir üçüncü ülke statüsünde görülmesi ve A(E)T ile yapılan ulusüstü antlaşma metinlerini uygulamaya aktarmamaları bu ilişkinin temel sorunudur. Ankara Antlaşması ve Katma Protokol’ün Türk vatandaşları için tanımış olduğu haklar ise ABAD’ın almış olduğu bazı kararlarıyla bu güne kadar defalarca onaylanmıştır. Ancak yine de Türkiye bahsedilen bu üçüncü ülke olma konumundan kurtulamamaktadır. Bunun için mahkeme kararlarının sonuçları inkâr edilmekte ve hukuki güvencesiz bir ortamın yaratılmasından kaçınılmamaktadır. Bu yöntemler uygulandığında inkâr edilen haklarımız gün ışığına çıkacaktır. Kazanılmış haklarımızı burada tekrar özetleyerek, konunun öneminin atını biz kez daha çizmek için tekrarlayarak aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
A) Tarım ürünlerine 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren uygulanan gümrüklerin tekrar kaldırılması. (Gümrükler 1/80 sayılı Ortaklık Konseyi’nin 2. ile 4.üncü maddeleri gereği 1980 yılından başlayarak 1988 yılına kadar adım adım kaldırılmıştır. Bu hak Türkiye tarafından 1 Ocak 1996 yılında yürürlüğe giren 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’yla tekrar geri verilmiştir. Bu işlem hukuksuzdur. Eski ve lehteki durumun tekrar ihdası gerekmektedir.)
B) Türk işverenlerine ve serbest meslek sahiplerine ve diğer vatandaşlarımıza dönük vize uygulanması ve vize ücretlerinin artırılması hukuki değildir. Bunlardan hemen vazgeçilmelidir. Alınan vize ücretleri sosyal kurumlara bağış yoluyla iade edilmelidir.
C) Türk ilaçlarının Avrupa piyasasına satılmasının zorlaştırılması ve hatta engellenmesi mevcut hukuki durumla bağdaşmamaktadır.
D) Ortaklık Hukuku’ndan doğan sosyal hakların Avrupa’da yaşayan Türk vatandaşlarına yeterli ölçüde uygulanmaması, Türkiye’ye dönen vatandaşlarımıza bakım masraflarının karşılanmaması ve işsizlik paralarının ödenmemesi gibi sorunlara son verilmeli ve Türklere de eşit muamele yapılmalıdır.
E) Hizmet sektöründeki Türk firmalarına ve onların çalıştırdıkları personele karşı yerleşme ve ticari faaliyette bulunmaları durumunda, A(E)T/AB üye ülkelerince bu faaliyetlerini etkileyecek sınırlamalardan kaçınma gerekmektedir. Aksi davranış hukuki değildir.
F) Supranasyonal karaktere sahip bu hakların ikili antlaşmalar yoluyla da ortadan kaldırılamayacağı prensibine uymak gerekmektedir. (ATAD’ın 2003 tarihli Abatay/Şahin kararında, 1977 tarihli Türk-Fransız Taşımacılık Antlaşması’nın ilgili hükümlerinin bu prensibe ters düşmesinden ve mevcudu kötüleştirdiğinden dolayı uygulanamayacağı hükmü çıkmıştır. Türkiye’de ikili antlaşmalarla mevcut haklarından vazgeçemez.)
G) A(E)T/AB üye ülkelerinin, ulusal yabancılar yasalarında değişiklik yapmaları durumunda mevcut hakları geriye götürecek değişiklikler, Türk firmaları ve onların personeli için uygulanamaz olduğu temel ilkesine uyulması gerekir. Üye ülkelerin, 1973 yılından sonra çıkardıkları yasaların A(E)T/AB Ortaklık Hukuku’na ters düştüğü durumlarda, bu yasaların uygulanmasında Türk firmalarının muaf tutulacağı hususuna metinlerinde dikkat çekmek zorundadırlar. Bu anlamda üye ülkeler Türk işverenlerinin hukuki konumlarını AB üye ülkeleri işverenlerinin statülerinden daha da geriye götüremezler. En azından mevcut hukuku durumu korumak zorundadırlar. Yeni çıkartılacak yasalar ancak üye ülke vatandaşları ve işyerleri için geçerli olması durumunda Türklere de uygulayabilirler. Aksi takdirde üye ülkeler yasaları çiğnemiş olurlar.
H) Haklarda kısıtlama yasağı çerçevesinde, 1980 tarihinden itibaren Türk işverenlerine karşı uygulanmakta olan vize yasağının tekrar gözden geçirilmesi zorunluluğu vardır. Bunun hukuki olmadığı Almanya’da yayınlanan çeşitli belgelerde ve bilimsel makalelerde vurgulanmaktadır. Avrupa Komisyonu’nun görüşü de bu doğrultudadır. Bu konuda Komisyon’dan artık yazılı resmi görüş istenmelidir. Sözlü ifadeler, bizi kandırmaya ve oyalamaya dönüktür. Araştırmamıza göre mevcut ABAT/ABAT Kararlarına göre de vize en azından hizmet sunmak için giden işverenlerimizden ve serbest meslek sahibi insanlarımız için kalkmıştır.
L) Türkiye’nin AB üye ülkeleriyle yaptığı ikili anlaşmaların, Türk işverenlerinin durumunu 1973 yılındakinden daha kötüye götürecek hükümler içermesi durumunda, hukuki geçerlilikleri yoktur.
Türkiye’de bulunan işverenlerin de Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) nezdinde dava açma haklarının olduğu 2003 tarihli Abatay/Şahin kararıyla ATAD/ABAD tarafından tespit edilmiştir. Maalesef işverenlerimiz bu haklarını kullanmamaktadırlar. Bunun bir sonucu olarak
1) Hukuki engellerin devamı Avrupa’da bir hukuki güvencesiz alan yaratmıştır. Bunun düzeltilmesi için üye ülkeler kendi hukuklarını bu yeni kriterlerin ışığı altında biz kez daha gözden geçirmek ve onları düzeltmek zorundadırlar. Bu konuda gerekli girişimler hemen yapılmalıdır.
2 Hizmet sunumu girdilerini zorlaştıran engeller mevcut hakkı inkâr etmeye dönük olduğundan Avrupa Hukuku’na ters düşmektedir. (AB üye ülkeleri nezdinde şirket temsilciliklerinde çalışacak elemanlara oturma izni vermede, sınır ötesi ticari servis kullanımında ve 2 ay süreli Türkiye’den uzman eleman çalıştırılmasını engellemeye dönük uygulamalar gibi);
3) Hizmetin tanıtımı ve alınan diplomaların denkliği, eğitim programlarının uyumlaştırılması, mesleki akreditasyonunun sağlanması konusunda ortaya çıkan sorunlar bu çerçevede değerlendirilip, yeniden gözden geçirilmelidir.
4) Hizmetin dağıtımı ile ilgili sorunlar lehteki hukuki durumu koruma ile bağdaşmamaktadır.
5) Hizmet alımı ile ilgili sorunlar. (Seyahat edilen her ülkeden hizmet alınır. Örneğin otobüse, trene, tramvaya, taksiye binilir, sinemaya gidilir ve yemek için restorana gidilir.) Bir AB ülkesine giden her Türk hizmet alacağına göre, her Türk’ün Avrupa’ya vizesiz seyahat etme hakkı bulunmaktadır. Bu konuda ATAD/ABAD’ın verdiği kararlara hemen uyulmalıdır.
Ayrıca açılacak bu tazminat (Zarar Ziyan davaları) davalarıyla güdülen hedef, sadece vizeyi kaldırmak değildir. Vize ötesi haklar, yani AB üye ülkelerindeki ilişkilerde asıl mesele olan tam eşitlik, ayrımcılığın önlenmesi ve partnerlik konusu çok daha önemlidir ve bu durum sürekli vurgulanmalıdır.