Serhat şehrimiz Edirne’de bulunan Trakya Üniversitesi’nde çalışmalarını yürüten değerli
öğretim üyelerimizden Prof. Dr. Burak Gümüş hocamızdan salı sabahı şöyle bir mesaj aldım. “Değerli Harun Hocam, merhaba nasılsınız?
Bu saatte yazdığım için lütfen kusura bakmayın. ‘Almanya´da kabul görmeyen ve geri gönderilerin Türk vatandaşı sığınmacıların Türkiye tarafından da kabul edilmediği haberleri dolaşıyor ve bu durumu Alman bir meslektaşım da sordu.’ Bu konuda bilginiz var mı?”
Çıkan habere aşağıdaki linkten ulaşılabilir:
4,7 milyon okuyucu kitlesi olan Bild Gazetesi Almanya’nın Hamburg Eyaleti’nde yayınlanmaktadır. Yaptığı haberlerle bir zamanlar Almanya Cumhurbaşkanı’nı olan Wulf’un istifasına neden olmuştur. Alman kamuoyunun öncü yayın organıdır ve çok renkli resimli ve popülist dille yayın yapan günlük bir gazetedir:
Bild Gazetesi’nin Yedi Sütunu Kaplayan Başlığı: Tausende Asyl-Anträge abgelehnt: Erdogan nimmt Türken nicht zurück Zehntausende Türken fliehen vor dem Erdoğan-Regime nach Deutschland – und es werden immer mehr. Deutsche Politiker und Polizisten fordern ein wirksames Einschreiten, ohne falsche Rücksichten auf den geostrategisch wichtigen Nato-Partner Türkei.
Die Fakten: Laut Bundesamt für Migration stellen 7067 Menschen mit türkischem Pass im
Jahr 2021 einen Erst-Antrag auf Asyl. 2022 waren es schon 23 938. Ein Jahr später dann 61
181 – ein Anstieg um 155,6 Prozent im Vergleich zum Vorjahr! Und 2024? Sind es bereits
rund 15 000 Neuankömmlinge. Zwei Drittel von ihnen sind Männer.
Aşağıdaki linkten devamı okunabilir:
https://www.bild.de/politik/zahl-der-asyl-antraege-explodiert-erdogan-nimmt-abgeschobene-
tuerken-nicht-zurueck-66372ca5e6e119115304bc7f
Burak Hocam günaydın,
Bild gazetesinin haberini ben de okudum. Konunun derinlemesine analizi gerekmektedir.
Bunun için şu sorulara verilecek cevaplar önemli olmakta:
1) Almanya’dan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını sınır dışı etmek ulusal yasalar kapsamında olamaz. Almanya, Türkleri bu ulusal yasalara göre deport etmek istiyorsa o zaman A(E)T/AB Hukuku’nu çiğniyor demektir. Bu durumda da Türkiye bu insanları geri kabul etmemekte haklıdır.
2) Kendisini, Türkiye Cumhuriyeti devleti vatandaşları olarak tanıtan, ama gerçekte olmayan insanları da geri kabul etmeme hakkı vardır. Onun için her dosyanın tek tek incelenmesi gerekir. Doğru karar verilmesi için bu kaçınılmazdır. Bild gazetesinin isteği ise Türkiye’nin bu işlemleri incelemeden kitlesel olarak bu insanları geri alması doğrultusunda olduğundan ‘ahlaki bir teklif’ değildir. Yazılarım, ABAT kararlarını temel almayan kitlesel bir sınır dışı çalışmalarının başta Almanya olmak üzere diğer AB üye ülkeleri tarafının hukuki inkâr ettiği anlamına gelmektedir. Türkiye bu nedenle bu durumda sınır dışı edilmek istenen insanları geri kabul etmemelidir.
Almanya Türkiye‘ye bu nedenle ‘farklı bir müeyyide’ uygulamaya başladığı zaman da, Bild
Gazetesi’nin haberinde de buna dönük bilgiler verilmektedir, Türkiye’de sınırlı ve ülkemiz
aleyhine işleyen Gümrük Birliği’nin işlemesini tartışmaya açmalıdır.
Antalya’dan sevgi ve selamlar.
Bu yazışmaların doğru anlaşılmasını sağlamak için dayanaklarını da paylaşmayı bir bilimsel
sorumluluk çerçevesinde algıladığımdan aşağıda ilgili mahkeme kararları çerçevesinde daha
geniş bir analiz yapılacaktır.
GENEL ÇERÇEVE
Türk vatandaşlarının tek başlarına A(E)T/AB-Türkiye Ortaklık Hukuku’ndan doğan
haklarının yerleşmesi Almanya, Hollanda, Avusturya, Belçika, Danimarka, Fransa ve diğer
AB üye ülkeleri mahkemeleri karşısındaki yürüttükleri aktif faaliyetlerine ve açtıkları
davalara bağlı olarak gelişmiştir. Artık, Ortaklık Hukuku’ndan doğan haklar, bu, Avrupa
Hukuk Tarihi’nde ilk kez yaşanan, sivil uğraş sonucu, Avrupa Hukuku’nun bir parçası olduğu
tezi Avrupa Hukuk dünyası tarafından kabul görmektedir. Ayrıca hizmet sunmak için
Avrupa’ya giden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının başta Almanya Federal Cumhuriyeti
olmak üzere vize muafiyeti vardır ve orada üç aydan daha uzun olmayacak bir süre için kalma
hakları da bulunmaktadır. Bu hakkın uygulanması için yeni bir mahkeme kararı veya üye
ülkelerinin çıkaracakları yeni bir tüzük gerekmez. Konu ATAD/ABAD tarafından net ve
herkesin anlayacağı şekilde 24 dilde açıklığa kavuşturulmuştur. Daha da önemlisi
ATAD/ABAD’ın Kararlarını müzakereye açmak ve iç hukukta dikkate almamak - Hukukun
Üstünlüğüne saygısızlıktır ve Avrupalılığı anlamamaktır ve/veya bilerek inkâr etmektir!
Bu arka plandan hareketle Avrupa Türklerinin yaşadıkları üye ülkelerden de sınır dışı
edilmeleri için ulusal yasalarda öngörülen hukuki müeyyideler A(E)T/AB Türkiye Ortaklık
Hukuku tarafından ikame edilmiştir. Verdiği kararlar bağlayıcı olan ve üye ülkelerde doğrudan uygulanan ATAD/ABAD dört değişik kararlarıyla yeni bir içtihat hukuku doğmuştur. Bu çalışmada bu kararlardan biri olan ATAD/ABAD’ın deport edilme koşullarına dönük Ömer Nazlı Kararı enine boyuna irdelenecektir.
Avrupa Türklerinin meşru haklarının Hukukun Üstünlüğünü sürekli vurgulayan AB Üye
Ülkeleri’nde de doğru ve yerinde uygulanabileceği ve kritik bir bakışla okunması ricasıyla
(…) iyi okumalar.
SINIR DIŞI: STOP- NAZLI KARARI- BİRLİK YURTTAŞLIĞI YOLUNDA ÖNEMLİ BİR ADIM
İtalyanlar Sınır Dışı Edilemezse Türkler Sınır Dışı Edilebilir mi?
AB-Komisyonu Almanya’dan sınır dışı edilen Birlik Yurttaşları konusun da harekete geçti ve
bu ülkeden resmi yollarla görüş istedi ve Almanya’yı mahkemeye vermeye hazırlanıyor. 1999
yılında sınır dışı edilen 169 İtalyan için geçerli Avrupa Hukuku’nun maddeleriyle, sayıları
7 bin ile 10 bin arasında sınır dışı edilen Türkler için geçerli hukuki metinler aynı.
11 Temmuz 2000 tarihinde A(E)T/AB Komisyonu Almanya’yı üye ülkelerin en yüksek ve
son yargı mercii olan Adalet Divanı’na (ABAD) vermek için harekete geçti. 1958 tarihli
Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu kuran Roma Antlaşması’na göre: Bir üye devlet bu Antlaşma’dan doğan bir mükellefiyetini ihlal etmişse Komisyon bu devlete bu konuda beyanda bulunma fırsatı verdikten sonra gerekçeli mütalaasını bildirir:
Devlet Komisyonca tespit edilen süre içerisinde bu mütalaaya uymadığı takdirde, komisyon Adalet Divanına müracaat edebilir.
İnternette de yayınlanan Komisyon’un başvurusunu Almanya iki ay içinde gerekçeleriyle
cevaplandırmak zorundaydı ve bunu da yaptı. Ancak, verilen bu gerekçeli mütalaa
Komisyon’u Avrupa Hukuku’nun çizdiği çerçeveye göre tatmin etmediğinden Komisyon
Almanya’yı üye ülkelerin en yüksek yargı mercii olan Avrupa Birliği Adalet Divanı nezdinde
dava etti.
AB KOMİSYONU’NUN GEREKÇELİ MÜTALAASI
Avrupa Komisyon’u, Birlik Yurttaşlarının Almanya’dan sınır dışı edilmelerine karşı kendisine
yansıyan 70 değişik olayı temel alarak harekete geçti ve Almanya’yı; yaptığı sınır dışı
işlemlerinin Avrupa Hukuku ile bağdaşmadığı konusunda aşağıdaki gerekçeleri de ekleyerek
uyardı:
a) Sınır dışı edilmelerde gösterilen gerekçeler ulusal bir yasa olan Alman Yabancılar Kanunu’na göre yapılmıştır. Ulusal yasaya göre bazı suçlar otomatik olarak sınır dışı ile cezalandırmayı gerektiriyor. Ancak bu bağlantıyı Birlik Yurttaşları söz konusu olunca kurmak Avrupa Hukuku ile çelişmektedir. Onun için de Birlik Yurttaşları söz konusu olunca otomatik olarak yürürlüğe giremez.
b) İdari makamlar tuttukları dosyalarda sadece işlenen suçu belirtmişler; ancak suç işleyen kişinin suç sonrası durumu ve pişmanlığı konusunda bir bilgi vermemişlerdir. Uygulama yönetmeliğine göre, dosyada bu bilgilerin bulunması gerekmektedir.
c) Sınır dışı edilmelerde gerekçe olarak, “kamu düzenini tehlikeye sokma; ileri sürülmektedir. Ancak bu gerekçe enine boyuna irdelenmemekte ve gerekçelendirilmemektedir. Hâlbuki Avrupa Birliği Adalet Divani verdiği bir kararda bu gerekçeyi somutlaştırmış olup şu kriterlere bağlamıştır: “kamu düzenini tehlikeye sokma ilkesinin güncel olması, gerçekten ve yeterli derecede ağır bir şekilde tehlike arz etmesi; bu tehlikenin de “toplumun temel çıkarlarını ilgilendirmesi gerekmektedir.
d) Sınır dışı edilmelerde cezanın orantısal etkisi ve aile yapısının korunması prensibi göz
önünde bulundurulmalıdır. Sınır dışı edilenlerin birçoğu bu ülkede yıllardır yaşamaktadırlar ve hatta bunların bir kısmı bu ülkede doğmuşlardır. Bazıları sınır dışı olarak gönderildikleri ülkenin dilini bile bilmemektedir.
e) Sınır dışına bir neden olarak, bu yolla diğer yabancıları korkutmak ve onlara bir ders verilmek istendiği gerekçe olarak gösterilmektedir. Bu gerekçe Avrupa Hukuku ile bağdaşmamaktadır.
Almanya, AB-Komisyonu’nun bu gerekçeli mütalaasına tatmin edici bir cevap veremedi. Bu
dava sadece İtalyan vatandaşlarını yakından ilgilendiren bir olay değildir. Özellikle Almanya’da öyle yüzlerle değil binlerle ifade edilebilecek sayılarda sınır dışı edilen Türkleri de çok yakından ilgilendirse gerekir.
TÜRKLER VE İTALYANLAR İÇİN UYGULANMASI GEREKEN HUKUK AYNI
Alman hükümetinin de hazırladığı uygulama yönetmeliğine göre A(E)T/AB-Türkiye Ortaklık
Hukuku, Alman Ulusal Yasalarının hükümlerinin üstündedir ve dolaysız olarak geçerlidir. Ulusal yasalarla çatıştıklarında onları ikame eder. Buna göre de 1980 tarihli A(E)T-Türkiye Ortaklık Konseyi’nin 1/80 sayılı kararının 14. maddesi de Alman ve diğer Birlik üyesi ulusal yasalarının üstündedir. Uygulamada bu madde öncelikli olarak geçerlidir. Söz konusu 14. maddeye göre Türklerin ayrı herhangi bir AB üye ülkesin de sınır dışı edilmelerine sadece “kamu düzeni ve kamu güvenliği; nedenleri söz konusu olduğunda olanak vardır. Ancak bunun içinde İtalyan vatandaşları için hangi kıstaslar ön görülüyorsa, aynı kıstaslara uyma zorunluluğu doğmaktadır. Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın bu konuda verdiği daha önceki mahkeme kararları, bu yorumlar yapılırken dikkate alınması gerekmektedir.
Ancak İtalyan vatandaşlarının arkalarında İtalyan hükümetinin Devlet-İşveren ve Sendika
İşbirliğiyle kurduğu PATRONATI/ Koruyucu Melek adlı teşkilatı duruyor. Bu teşkilat İtalyan
vatandaşlarıyla ilgili, hukuka uygunluğu tartışmalı konuları dosyalıyor. Gerekirse dava açıyor,
gerekirse bu dosyaları Avrupa Parlamentosu’na gönderiyor ve gerekirse de Avrupa Komisyonu’na başvurarak ondan görevini yerine getirmesini istiyor. Ama Türklerin arkasında
ve yanında acaba kimler var, hiç düşündünüz mü? Bununla beraber Nazlı Kararı yeni bir ümit
yaratmıştır. Aşağıda bu karar ve onun şerhi araştırılacak ve ondan doğacak önemli haklara
işaret edilecektir.
Avrupa Birliği (AB) üye ülkelerinde, bu arada Almanya’da yaşayan ve çalışan
vatandaşlarımızın bu yeni mahkeme kararıyla sınır dışı edilmeleri hemen hemen önlendi.
Merkezi Lüksemburg’da bulunan ve AB üye ülkelerinin en yüksek yargı organı olan Adalet
Divanı (ABAD) 10. Şubat 2000 tarihli C-340/97 No.lu kararla Türklerin herhangi bir AB üye
ülkesinden sınır dışı edilmesini hemen hemen imkânsızlaştırdı!
Bir Türk işçinin, (Ömer NAZLI) sınır dışı edilmesi kararına itiraz edip ve buna karşı bir
“örnek dava” açması bütün Avrupalı Türkler için çok önemli bir karar ile sonuçlandı.
Avrupa’da yaşayan ve çalışan bütün Türkler ve onların aile bireyleri için emsal teşkil eden
örnek davayı Nürnberg’de yaşayan bir Türk Vatandaşı açtı. Kendisi 1978’de yasal olarak
Almanya’ya göç etmiş olup 1979 ile 1989 arasında aralıksız olarak bir iş yerinde çalışmıştır.
1989’dan beri kendisine süresiz oturma ve çalışma izini verilmiştir.
NAZLI DAVASI BAŞLIYOR
Nazlı, 1992 yılında uyuşturucu ticareti yaptığı gerekçesiyle 14 ay geçici olarak tutuklu kalıyor
(Untersuchungshaft). 20 Ocak 1994 tarihinde Hamburg Eyalet Mahkemesi tarafından, 21 aylık cezanın teciliyle serbest bırakılıyor. Bu cezadan sonra Sayın NAZLI düzgün olarak eski hayatına dönüyor. Yeni bir iş bulup, çalışma hayatına başlıyor. Ancak cezası nedeniyle 10 Kasım 1994 sona eren oturma süresinin uzatılması için yaptığı başvurusu reddediliyor. Nürnberg Yabancılar Dairesi, Yabancılar Yasası’nın 47. maddesinin 2. fıkrası uyarınca kendisine sınır dışı kararı verdiğini bildiriyor. Buna karşı itiraz eden Nazlı 7 Temmuz 1997 tarihinde bu konuyu Nürnbergli avukat K.-H. Becker ile mahkemeye aksettiriyor. Avukatının isteği üzerine dava, mahkemenin hâkimi tarafından ABAD’a gönderiliyor.
Davanın ABAD’daki seyri Alman yasalarına göre Sayın Nazlı’nın sınır dışı edilmesi hukuka uygundu ve yapılacak bir şey yoktu. Ancak ulusal mahkemenin verdiği bu kararın A(E)T/AB-Türkiye Ortaklık Konseyi’nin 1980 tarihli kararıyla bağdaşıp bağdaşmayacağı belirsizdi. Bu da belli bir hukuki güvencesizlik yaratıyordu. Onun için mahkeme hâkimi ABAD'den görüş isteyerek hukuken doğru yolu seçmiş bulunmaktaydı. Bunun nedenleri şöyle sıralanabilir:
Sayın NAZLI Almanya’da 10 yılı aşkın bir süre düzenli olarak çalışmaktaydı ve bu yolla da Ortaklık Hukuku’nun en önemli şartı olan; dört yıl düzenli çalışmış olma” (6. md.) koşulunu yerine getirmişti. Sayın NAZLI, süresiz oturma iznine sahipti. Sayın NAZLI hapishanede çok
uyumlu davranmış, yaptığı işten çok pişmanlık duyduğunu ortaya koyabilmiştir. Yukarda sayılan koşullar göz önünde bulundurulunca onun; başka suç işlemeye aday kişilere gözdağı vermek için” sınır dışı edilmesinin hukuki dayanağının olamayacağı sonucuna varılmıştır.
Ayrıca Ortaklık Konseyi’nin söz konusu kararının 14. Maddesinin de Avrupalı Türkleri sınır
dışı işlemine karşı koruyucu rolü olduğu tezi de göz önünde bulundurulmuştur. Konsey
kararının 14. maddesine göre sadece “kamu güvenliğini; tehlikeye atan kişiler sınır dışı
edilebilirler. Ulusal yasaların öngördüğü sınır dışı kriterleri artık bundan böyle Avrupalı
Türklere uygulanamayacaktır. Sayın NAZLI A(E)T/AB-Türkiye Ortaklık Hukuku’nun
öngördüğü kriterleri yerine getirdiğinden kendisine yabancılar yasasının dışında yeni haklar
doğmuştur ve bu haklar kendisi hapishaneye düşmüş olsa bile ortadan kalkmazlar. Onun için
NAZLI konusunda son karar verilirken bu gerçeğin göz önünde bulundurulması kaçınılmazdı.
KARARIN ÖZETLENMESİ
1. Bir Türk işçisi bir AB üye ülkesinde 4 yıl aralıksız çalışsa ve ardından bir yıldan fazla tecilli ceza alsa dahi söz konusu kişi buna rağmen çalışma hakkını kaybetmez. Hapiste geçen zaman hiçbir şekilde çalışma hakkını ortadan kaldırmaz. Hapishane sonrası; bir zaman işsiz kalsa bile, yeniden iş bulunca çalışabileceği aşikârdır. Bu nedenle oturma hakkının uzatılması hukuken gereklidir (19 Ekim 1980 tarihli AT- Türkiye Ortaklık Konseyi Kararı, Karar No.: 1/80, 6. md.).
2. Bu karar ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının -19 Ekim 1980 tarihli A(E)T-
Türkiye Ortaklık Konseyi Kararı, Karar No.: 1/80, madde 14’e göre- kamu güvenliğini tehdit etmediği sürece, sırf diğer Türklere gözdağı vermek için sınır dışı edilemeyecekleri, Yüksek Mahkeme tarafından hükme bağlanmıştır.
Karardan Genel Anlamda çıkartılacak sonuçlar Birlik Yurttaşlarıyla Eşitlik Bu karar ışığı altında Birlik Yurttaşlarını (Unionsbürgerschaft) sınır dışı etme kriterleri ne ise, Avrupalı Türkler için de ayni kriterlerin uygulanma zorunluluğu vardır. Bu eşitlik prensibi (Gleichstellung und Gleichbehandlung) 19 Ekim 1980 tarihli A(E)T/AB-Türkiye Ortaklık Konseyi Karana göre verilmiştir. 20 yıla yakın bir süredir mevcut olan bu hakkı AB üye ülkelerinin en yüksek yargı mercii olan ABAD, 10 Şubat 2000 tarihli Nazlı kararıyla teyit etmiştir.
Her Avrupalı Türk artık bundan böyle Ortaklık Konseyi’nin 1980 tarihli ve 1/80 no’lu kararının 14. maddesine dayanarak sınır dışı edilmeler de Birlik Yurttaşlarıyla eşit işlem görme hakkını isteyebilecektir. Söz konusu 1/80 no’lu kararın 14. maddesine göre sadece ve sadece kamu düzeni, kamu güvenliği ve kamu sağlığı sebepleriyle” sınır dışı mümkün olabilmektedir.
Ulusal Yabancılar Yasalarında öngörülen diğer tüm hükümler ve bunlara bağlı olarak verilmiş
mahkeme kararları artık Avrupalı Türklere uygulanamayacaktır. Bu temel hükümden hareket
ederek Avrupalı Türkler için ortaya çıkan önemli bazı temel haklara dikkat çekmek ve bu yolla da bu mevcut hakları hayata geçirtmek zorunluluğu vardır.
SOSYAL YARDIM ALMA SINIR DIŞI NEDENİ OLAMAZ
Avrupalı Türkleri tahminen işsiz. Bunların birçoğu da işsizlik yardımı almak zorunda kalıyorlar. Bu para onların geçimine yetmiyor. En asgari geçim koşullarına kavuşabilmeleri için sosyal yardım almaları gerekiyor. Ancak Yabancılar Yasası’nın 46. maddesinin 6. fıkrasına göre sosyal yardım alma sınır dışı edilme nedeni.
Gerçi Avrupalı Türkler için Avrupa Sosyal Yardım Antlaşması (Das Europäische Fürsorgeabkommen) taraf bir ülkede beş yıl oturmuş kişilerin sosyal yardım almalarından
dolayı sınır dışı edilmelerini yasaklamışsa da (6. md.), uygulamada idareler sinsi oyunlara başvurarak, bu haklarını kullanan birçok vatandaşımızı sınır dışı ederek gelmişlerdir. Bunun için çok kez sosyal yardım alan Türklerin oturma izinleri uzatılmayarak onların Almanya’yı terk etmeleri sağlanmıştır. Yabancılar Daireleri’nin bu uygulamaları daha sonra Federal İdare Mahkemesi’nce (Bundesverwaltungsgericht) verilen bir kararla da hukuken desteklenmiştir.
Nazlı Kararı’ndan sonra hem bu mahkeme kararının yanlış olduğu ve hukuki temeli olmadığı onun için siyasi gerekçelerle verildiği ve hem de 1980’den beri sosyal yardım aldıklarından dolayı sınır dışı edilen veya oturma izinleri uzatılmayan tüm vatandaşlarımıza hukuken haksızlık yapıldığı ortaya çıkmış bulunuyor. Bu kişiler bu uygulamayı belgeleyebilirlerse tekrar geri gelebileceklerdir. İleriye dönük olarak da böyle uygulamalar yapılamayacaktır.
1/80 sayılı Ortaklık Konseyi’nin 14. maddesi bunu önlemektedir. Yeter ki bu madde iyi okunsun, iyi anlaşılsın ve uygulanması için de el ele verilip yanlış uygulamalar hemen deşifre edilsin ve gerekirse bunlara karşı topluca mahkemelere başvurmadan çekinilmesin.
GERİYE GELME HAKKI DOĞABİLİR Mİ?
Bize göre “sınır dışı edilenlerin belli bir bölümü bazı koşulları yerine getirdikleri takdirde tekrar bu ülkelere geri dönebilecekler. Nazlı Kararı’ndan sonra haksız olarak sınır dışı edilenler bunu ispatlayabilirlerse tekrar Almanya’ya geri gelebileceklerdir. Geri dönenlere de eski hukuki statülerinin iade edilmesi gerekiyor. Onun için Yabancılar Daireleri’nden sınır dışı ile ilgili verdikleri kararları geri almaları istenmelidir. Bu istek yerine getirilmezse idare nezdinde davalar açmak gerekiyor.
EVSİZ KALMA SINIR DIŞI EDİLME NEDENİ OLAMAZ
Almanya’nın Ulusal Yabancılar Yasası’nın 46. maddesinin 5. fıkrasına göre evsiz kalma sınır dışı edilme nedenidir. Ev bulamayan ve devletin sağladığı yurtlarda (Obdachlosenunterkünfte) oturan üçüncü ülkeden gelen yabancılar ve bu arada Türkler de sınır dışı edilmektedirler.
Birlik Yurttaşları bu uygulamanın dışında tutulmuşlardır. Başka bir deyimle onların sınır dışı
edilmelerinde bu kriter uygulanmıyor. Aynı şekilde 1980 tarihli 1/80 no’lu A(E)T-Türkiye
Ortaklık Konseyi Kararı’nda evsiz kalanın sınır dışı edilemeyeceğini öngörmektedir. AB-Türkiye İlişkileri ulusüstü yapısıyla alanında nadir bir örnek oluşturmaktadır. Onun içinde, Türkiye’deki sayısız ama özünde yanlık bir bakışı sergileyen analizlerin ve siyasi görüşlerin aksine, doğru anlaşılması ve analiz edilebilmesi için kendi bağlamı içinde kalınarak öyle değerlendirilmesi gerekmektedir. Özellikle bu ilişki başından itibaren kendi içinde sadece ulusüstü hukuki sistemi barındırır ve bu yapısı nedeniyle onu anlamak için özel bir gayret göstermek gerekmektedir.
Birlik üye ülkelerinin, yukarıda birçok kez vurgulandığı gibi, en yüksek ve en son yargı mercii olan Avrupa Topluluğu/Birliği Adalet Divanı (ATAD/ABAD) tarafından Ortaklık Hukuku’nu yorumlamak için şimdiye kadar 60’ın üstünde karar verilmiştir. Verdiği kararlar ulusüstü/ supranational olan, davanın açıldığı devlete bakılmaksızın tüm üye ülkeleri bu nedenle bağlayan, ulusal yasalarla çatıştığında onların hükümlerini ikame eden ve nihayet üye ülkelerin bire bir uygulamaları gerekli olan bu kararlar yoluyla etkin bir içtihat hukuku oluşturulmuştur.
Bu yolla,
· ATAD/ABAD tarafından Türk vatandaşlarının A(E)T/AB Ortaklık Hukuku’ndan
doğan haklarını kullanmasının önü açılmış;
· Topluluk/Birlik ve Türkiye arasındaki Tam Üyeliğe Dönük Ön Üyelik Antlaşması
(1963 tarihli Ankara Antlaşması) ve 1973 tarihli Katma Protokol ve diğer
düzenlemeler hakkında bütün üye ülkeleri bağlayacak bir yorumunu yapmış;
· A(E)T/AB Hukuku ve/veya A(E)T/AB Türkiye Ortaklık Hukuku üye devletlerin ve
ülkemizin hukukunun bir parçası olduğu ve onlara nüfuz etmiş olduğu kabul edilmiş;
· ATAD/ABAD aynı zamanda A(E)T/AB Türkiye Ortaklık Konseyi Kararlarını da
yorumlanmasıyla da onların uygulanmasının önündeki engelleri kaldırmış;
· Üye ülkelerin ulusal mahkemeleri karar verirken A(E)T/AB Hukuku’nun yanında
A(E)T/AB Türkiye Ortaklık Hukuku’nun çizdiği çerçeveye uymak ve onun koyduğu
kriterlere göre hukuku yorumlamak zorunda bırakılmış;
· A(E)T/AB Hukuku ve/veya A(E)T/AB Türkiye Ortaklık Hukuku ulusüstü olduğundan
onları hükümran oldukları coğrafyada uygulamak üye devletlerin görevidir ve üye
devletler A(E)T/AB Hukuku’nun pratik hayattaki etkisi ve birliğini tehlikeye
düşürebilecek her hareketten kaçınmak mecburiyetinde olduklarını öğrenmiş;
· A(E)T/AB Hukuku ve/veya A(E)T/AB Türkiye Ortaklık Hukuku üye ülkelerde
yaşayan Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşları için doğrudan hak ve yükümlülükler getirdiği
ve onlara bireysel dava açma hakkını verdiği kabul edilmiş;
· ATAD/ABAD Kararlarının AB üye ülkelerinde kullanılan 24 dille tercüme edilmeleri
sayesinde bu dillerin herhangi birinde bu kararlara ulaşılması mümkün kılınmıştır.
(Bkz.: https://curia.europa.eu/jcms/upload/docs/application/pdf/2017-03/ra_2016_de.pdf