Önce ekmekler bozuldu, sonra ADALET ve ardından her şey...

Adaletle birlikte, her şey bozuldu. Kendimizi, suçsuzum diye çırpınıp, suçsuzluğumuzu ispatlamaya çalışan sağırların karşısında bulabiliriz…

Önce ekmekler bozuldu demişti şair, keşke o kadarla kalsaydı! Önce ADALET bozuldu, gerisi çorap söküğü gibi geldi. Adalet olmayınca sistem de kalmıyor, gerçek de, hak da. Hukuk yoksa hak yok. Hak yoksa adalet yok. Adalet yoksa yaşamak yük!

Şeytan bunun neresinde?

Tam da zamanıydı; çünkü her şey aynı böyle yaşanmaya başlamıştı: Kafka’nın Dava’sını mizah ve ironiyle karışık sistem eleştirisine dönüştüren 80 doğumlu İngiliz yazar Tom Basden’in yazdığı Joseph K. durumundayız çoğumuz, hatta sistemin öğüttüğü hepimiz!

Ataşehir’deki DasDas’ın yıllardır başarıyla sergilediği ödüllü oyunu Joseph K.’yı izleyememe nedenim de zaten sistem değil mi!

Şehirken metropole dönüşen ve oradan orta çaplı bir Avrupa ülkesine evrilen İstanbul’da bir tiyatro oyunu izlemek için bir uçtan bir uca seyahat etmek öylesine zor ki! DasDas’ı çok sevmeme karşın gidemiyorum?

Mey Diego’nun katkılarıyla Dolmabahçe’deki Küçük Çiftlik Park, Bahçe Tiyatro’da Ağustos sonundan beri sergilenmeye başlayınca izleme şansı bulduğum Joseph K. isimli oyunu sahneye koyan, oynayan, emek ve maddi katkı sunan herkese, her şeyden önce içinde bulunduğumuz ruh durumunu çok iyi yansıttığı için teşekkür ediyorum: Yaşadığımız adaletsizlikler o kadar absürt ki!

Bu hayli karmaşık ve zor sistem eleştirisini mizahla hafifletip kahkaha atarak seyredilir bir tiyatro oyununa dönüştürmek bir başarıysa, 90 dakika boyunca dört kişinin minimalist dekorda kapıyı ve tabureleri oradan oraya taşıyarak ve sürekli giyinip soyunarak, peruklar takıp seslerini değiştirerek oyunu sektirmeden oynaması da o denli takdir edilesi bir başarı.

Mert Fırat’a ödül kazandıran oyunda diğer üç kişinin işi daha da zor: Mert Fırat, bir tek Joseph K.’yı canlandırırken diğerleri onlarca kişiye hayat veriyor, hele Didem Balçın, sahnedeki tek kadın olarak, hepsi birbirinden farklı karakter ve pozisyondaki kadınları bir tek peruk takarak başka bir kişiliğe büründürüp fevkaladenin fevkinde oynuyor! 

Kocaman bir alkış Didem Balçın’a!

Ve de tabii Özgün Aydın ve Onur Dilber’e!

BİR SİSTEM ELEŞTİRİSİ

Oyunun konusunu elbette anlatmayacağım; edebiyat ve tiyatro meraklılarının zaten çok iyi bildiği, kitabını okumuş olduğu bir konu. Kimi seyirciye böylesine ciddi bir konuyu belden aşağı esprilerle fazla mı sulandırdık ve güldük acaba diye bir suçluluk duygusu vermesinin dışında, bence tek sıkıntı izleyici için 13 yaş sınırı ki en az 16 olmalı, gecenin o saatinde, prenses taçlı saçıyla küçük bir kızı anne babasının yanında görünce şok geçirdim. Bütün o bel altı esprileri nasıl karşıladı acaba?

YAŞADIĞIMIZ SİSTEMSEL BOZUKLUKLAR

Oyundan çok etkilenmemin bir nedeni de bu sistem eleştirisinin ve suçlanan kişinin kendisini koruyamamasının yarattığı travma ve çaresizlik. Benzerlerini o kadar yaşıyoruz ki. İçerde olan suçsuzlar, dışardaki suçlulardan çok daha fazla! Başına bir şey gelenler saymakla bitmiyor. Canım sıkılıyor, çünkü aklım fikrim Narin’de.

Narin’in küçücük bedeninin hangi çukurun dibinde olduğundaO köyün her şeyi bildiği ve tahmin ettiği halde neden sustuğu, neden üç maymunu oynadığında.

Annenin haykırışlarının ve babanın suskunluğunun nedenlerinde. Muhtar amcanın telefonundaki mesajları neden sildiğinde. Arabasının içinin neden kirli olduğunda!

Narin’in başına neyin niye geldiğinde!  

Dilruba’nın niye ceza aldığında! Genç bir kadının kocasının arabasının arka koltuğunda niye başı kesik bulunduğunda! 

Ormanı ve ağaçlarını, köyün yaşam hakkını savunmaya çalışan köylülerin silahla taranırken jandarmanın niye seyirci kaldığında! 

Yolsuzlukları araştırıp yazan gazeteci Murat Ağırel’in korku filmi gibi bir video ile ölümle tehdit edilmesinde ve hala o videoyu çekip yollayan kişinin yakalanmayışında!

Soruşturulmayışında!

Daha saymayacağım. Bunlar gibi onlarca haber, aynı gün içinde. 

Ve hepimizin elinde telefonlarıyla sosyal medyada başka dünyalarda yaşamasında. Hepimiz birer Joseph K. olabiliriz, kendimizi ben suçsuzum diye çırpınıp, suçsuzluğumuzu ispat etmeye çalışan sağır kulakların karşısında kalabiliriz…