Nasreddin Hoca’nın eşeği

Yıllar önce yazdığım bir makalede Türkiye-AB ilişkilerini değerlendirirken bu başlığı kullanmıştım.

Yanlış hatırlamıyorsam, 10-11 Aralık Helsinki Zirvesinde Türkiye’ye diğer aday ülkelerle eşdeğer adaylık statüsü tanındığında çok sevinmiş, artık tam üyelik yolu açıldı diye bayram etmiştik. Bütün televizyon kanalları seferber olmuş, Brüksel’e gönderilen naklen yayın araçları devreye girmişti.

Nasreddin Hoca’nın eşeği dememdeki kasıt, 12 Eylül 1963’de imzalanan ve 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe giren Ankara Anlaşması, esas itibarı ile Türkiye’nin o günün AET’sine, günümüz AB’sine tam üye olabileceği ihtimali üstüne inşa edilmişti. Aradan geçen zaman içinde ilişkiler inişli çıkışlı bir yol haritası izlemiş, günümüzde olduğu gibi Türkiye Avrupa yolundan ciddi sapmalara uğramıştı. 1999 yılının Aralık ayında Türkiye’ye tekrar adaylık statüsünün tanınması, 35 yılın ardından tekrar başladığımız noktaya dönmek gibi bir şeydi. Hoş, belki de biraz daha fazlasıydı denilebilir.

Peki bugün neden aynı başlığı atma ihtiyacı duyduğuma gelince.

AB ZİRVESİ'NDE TÜRKİYE İLE İLİŞKİLERİN NORMALLEŞMESİ ADIMLARI ATILABİLİR

Yine Aralık ayındayız,

AB Zirvesi alışılageldiği takvim içinde yine önümüzdeki günlerde toplanacak ve eğer iktidar kanatımızdan ciddi bir karşı hamle gelmez ise, uzun yılların ardından Türkiye ile ilişkilerin normalleştirilmesi yönünde (cılız olsa da!) adımlar atılacak.

Yine hatırlayalım, geçtiğimiz ay içinde Avrupa Komisyonu’nun Türkiye ile ilgili olarak hazırladığı genişleme raporu zehir zemberek değerlendirmelerde bulunmuş ve Türkiye’nin AB’den giderek uzaklaştığı mesajlarına yer vermişti. Benzeri bir raporu geçen sene de düzenleyen Avrupa Komisyonu’nun raporuna binaen, Avrupa Parlamentosu (AP) Türkiye Raportörü İspanyol Parlamenter Sanchez Amor’un “Türkiye’ye tam üyelik dışında bir ilişki biçimi öngören önerileri”, AP Genel Kurulu’nda büyük bir çoğunlukla kabul edilmişti. Bu durumun tehlikelerine daha önce yazdığım bir dizi makalede yer vermiştim.

BORELL'İN RAPORU TÜRKİYE İLE İLİŞKİLERİ NORMALLEŞTİREBİLİR

Benzeri bir gelişmenin önümüzdeki yıl içinde de ortaya çıkacağı endişesi hakimken, geçtiğimiz hafta içinde AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları temsilcisi Josep Borrell’in, AB Zirvesine hitaben hazırladığı Türkiye raporu biraz da olsa yukarıda ifade ettiğimiz normalleşmenin önünü açabilir.

Raporun geniş bir analizi için değerli dostum emekli Büyükelçi Selim Kuneralp’in “Serbestiyet”teki yazısına bakmanız da yarar var.

TAM ÜYELİK MÜZAKERELERİNE GERİ DÖNÜŞ SÖZ KONUSU DEĞİL

Cılız kavramını biraz açmak istersek, öncelikle tam üyelik müzakerelerine geri dönüş sözkonusu değil. Gümrük birliğinin güncellenmesi ve Schengen vizelerinin kademeli olarak iyileştirilmesi, depremzedelere yardım, mülteci konularında işbirliği gibi sınırlı alanlarda gelişmeler yaşanabilir.

Ancak bu noktalarda da bazı ön koşullar var. Örneğin özellikle Kıbrıs konusunda geri adım atılması anlamına gelecek Birleşmiş Milletler parametrelerine geri dönüş Türkiye tarafından ne kadar kabul edilebilir? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmasının önü ne kadar açılabilir? Hamas’ın desteklenmesine son verilebilir mi? vs.

BORELL'İN TÜRKİYE DOSTU RAPORU, TÜRKİYE'DE GÖRÜLMEDİ

Tabi bu arada Borrell’in raporunun Türkiye’de neredeyse hiç yankı bulmaması da ayrı bir soru işaretini beraberinde getiriyor. Hani hiçbir televizyon kanalından Brüksel’e naklen yayın aracı göndermesini beklemiyor olsam da, Borrell raporu hakkında 1 dakikalık haber bile yapılmamasını yadırgadığımı da belirtmeliyim.

Evet rapor “fenomenler”, "Fatih Terim fonu” kadar heyecan verici olmasa bile bence geleceğe ışık tutması açısından önemli.

KÜLLİYE'NİN AB İLE İLGİLİ KAFASI KARIŞIK

Bu arada Kuneralp’in yazısından anladığım kadarı ile Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek raporu memnuniyetle karşılarken, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan sessiz kalmayı yeğlemiş. Benim anladığım Külliye’nin kafası karışık.

Şimdilik lafı fazla uzatmayalım. Tam enseyi karartmayalım derken, ensenin kararmasına yol açmayalım.