Suç de Ceza da kişiye göre değişiyor.
Mevcut iktidara karşıysan yazdığın, söylediğin, sosyal medyada paylaştığın, hatta düşündüğün her şey suç. Sadece fikrini söylediğin zaman bile söylediğin doğru bile olsa, hakkında dava bile açılmadan tutuklanıyorsun!
Bakınız Nasuh Mahruki. Şiddet suçluları, adli davalardan yargılananlar, karısını çocuğunu ölümle tehdit edenler serbest dolaşıyor, en fazla elektronik kelepçe takılıyor, kelepçeyi kıran dolaşıyor, ama gazeteciysen suçluyu haber veren haberin yüzünden hemen içerdesin.
Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nin 14. sünün açılış töreninde gösterilen bir filmden bahsetmek istiyorum: DAVA!
Franz Kafka’nın ölümünden sonra 1925’de yayınlanan aynı adlı romanından Orson Welles’in 1962’de uyarladığı senaryosunu yazıp yönettiği ve filmde geçen avukat rolünü de üstlendiği film, sadece sinema değil, hukuk tarihine de geçmiş bir film. Orson Welles’in en iyi filmim dediği siyah beyaz film, görsel olarak devasa devlet bürokrasisini çok güzel hicvediyor. Büyük binalar, bitmez tükenmez koridorlar, kapısı açılmayan odalar, makine gibi çalışan memurlar, toz içinde üst üste yığılmış dosyalar, işlemeyen bir mekanizma!
SUÇU BELLİ OLMAYAN SUÇLU
Filmde o devlet bürokrasisinde çalışan ve rutin bir hayatı olan Joseph K. bir sabah odasına dalan, pardösülü, şapkalı ve tuhaf görünümlü üç kişinin sorgulamasına muhatap kalarak uyanır. SUÇLU olmakla itham edilmektedir. Şüpheli bile değil ama suçlu. Suçunun ne olduğu belli değildir. Joseph K.’nın hayatı bundan sonra kabusa döner. Her an gözetlenmekte, takip edilmekte ve kimseden yardım alamamaktadır. Görüştüğü avukat, hakimler ve mübaşir, hepsi bir şeylerden korkmakta, hepsi hiçbir bilgi vermemekte, ama onun ömür boyu suçlu ve takipte kalacağını fısıldamaktadır. Joseph K. avukattan umudunu kestikten sonra kendisine yardımcı olması için hakimlerin resimlerini yapan ressamdan tutun da kilisenin rahibine kadar kimlere gitmez ki? Suçunun ne olduğunu öğrenemeden, davası görülemeden, bu tuhaf ilişkiler yumağında, tuhaf takipler altında, sonunda ölüme değil, intihara mahkum olur. Onu bir taş ocağına götüren cellatları bir bıçak vererek intihar etmesini söyler, Joseph K. ise onların öldürmesini ister. Sonunda bir çukurda üzerine atılan bir dinamit patlar! Ne suçu, ne davası, ne cezası ve ne de ortadan nasıl kaldırıldığı belli olmayan bir şüpheli olarak Joseph K. günümüze kadar örnek olarak gelir!
DEĞİŞEN NE VAR?
Filmi uzun uzun anlatmamın nedeni, bu kadar önemli ve çarpıcı bir filmin restore edilmiş kopyasını bulup getirip açılış töreninde izleten festival yöneticilerine teşekkür ederken, törene katılan hukuk fakültesi öğrencilerinin filmi izlemeye kalmayıp gidip sosyalleşmeyi tercih etmelerine duyduğum üzüntü. Bir daha nerede nasıl bulacaklar ki? Ama gerçeğini yaşıyoruz. Günümüzde her gün birilerine suçlusun deniliyor! Suç belli değil. Suç de Ceza da kişiye göre değişiyor. Mevcut iktidara karşıysan yazdığın, söylediğin, sosyal medyada paylaştığın, hatta düşündüğün her şey suç. Sadece fikrini söylediğin zaman bile söylediğin doğru bile olsa, hakkında dava bile açılmadan tutuklanıyorsun! Bakınız Nasuh Mahruki. Şiddet suçluları, adli davalardan yargılananlar, karısını çocuğunu ölümle tehdit edenler serbest dolaşıyor, en fazla elektronik kelepçe takılıyor, kelepçeyi kıran dolaşıyor, ama gazeteciysen suçluyu haber veren haberin yüzünden hemen içerdesin.
İktidar yanlıları istedikleri her kişiye hakaret edebilir, tehdit edebilir, hatta suç işleyebilir, ama söyledikleri yazdıkları fikir özgürlüğüdür, soruşturma bile açılmaz, kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilir.
DAVA NEDİR?
Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Sami Selçuk da bir konuşma yaptı törende. “Suç ve ceza sadece Adalet kavramına bağlı değil, adaletin yasalara bağlı olarak yapılması gerektiği bizim ülkemizde anlaşılmış değil. Anlaşılmış olsaydı, adalet arayan insanlar karşısındakine seni mahkemeye verir, sürüm sürüm süründürürüm demezdi, dünyada bu sözün olduğu başka bir ülke yok!” örneğini veren Sami Selçuk, “Dünyanın her tarafında duruşma bir günde biter. Bitiremiyorsanız siz duruşma nedir bilmiyorsunuz demektir. Hukukçuları bunu düşünmeye çağırıyorum! Türkiye’de yapılan duruşmaların yüzde 97’si hukuk açısından gereksizdir. Bu kadar basit.”
Hocayı hemen yerine aldılar! Bu yaşta bile başına bir şey gelir diye belki.