Yine karanlık günler, yine hukuk çiğneniyor, adı konulmadı ama yine olağanüstü hal koşulları, demokrasi yine rafa kaldırıldı. Bu gözaltı demektir, bu cezaevi demektir, bu uzun yargılamalar, avukat, mahkeme, dosya, süresiz beklemeler, gözyaşı demektir. İçerdeki de tutukludur, dışarıdaki de. Siyasi davalar değil yalnız, Türkiye’de hukuk önce yavaş işlediği için hukuksuzluğa dönüşüyor! Geç gelen adalet, adalet değildir. Bir işe iade davası bile yıllar sürüyor. İş davalarında, işten çıkarılmada tazminat davalarında dava bittiği zaman siz de bitmiş oluyorsunuz zaten, tazminat alsanız bile para pul olmuş. Boşanma davaları yıllar sürüyor. Her celsenin arasında aylar var. Arazi davalarını hiç sormayın. Benim bir kooperatif davam var: 40 yılı aşkındır sürüyor! Kooperatif üyelerinin yarısı ölmüştür. 40 yıl süren bir davadan adalet çıksa ne olur?
ÖZELLİKLE BİTİRİLMİYOR
Siyasi davalar daha vahim: şimdi köpürtüp duruyorlar, İstanbul’un seçilmiş büyükşehir belediye başkanı Ekrem İmamoğlu ve yakın çalışma arkadaşlarının düzmece tanıklar ve iddialarla açılan davaları sonucu tutuklu yargılanmaları, görevlerini aksatmanın ötesinde siyasi geleceklerini de yok etme amaçlı. Ekrem İmamoğlu, parti üyeleri ve sempatizanlarının verdiği 15 milyonu aşkın imza sonucunda CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı. TV ekranlarını parsellemiş yancılar gerine gerine bu dava en az 5-6 yıl sürer derken İmamoğlu’nun böylece cumhurbaşkanı adayı olması ve seçilmesinin önüne geçilmiş olacağını ihsas ediyorlar. Bu sadece adaletin değil, demokrasinin de olmadığının ispatı değil mi? Seçme ve seçilme hakkını yok etmek için, uydur bir gerekçe, at içeri, tutuklusun sen seçilemezsin diyerek rakibini yok et. Ne güzel çözüm? Bu sürecin bütün ülkenin zaten zayıf olan dengesini hepten bozduğunu gördüğü için olsa gerek Bahçeli bile bu davaların biran önce, hukuka uygun biçimde yürütülüp sonlandırılması gerektiğini dile getirdi. Bahçeli bile!
EĞİTİM HAKKI ELLERİNDEN ALINDI
Sadece bir mitinge katıldıkları için gözaltına alınıp tutuklanan gençler: hiçbir suçları yok. Silahsız, eylemsiz bir yürüyüşe katılmak anayasal haktır. Yakala, döv, aç susuz bırak, hatta tıbbi müdahaleden kaçın, kemikleri kırılmış genç öğrenci, 7 gün doktora götürülmeden bekletilmiş. Sağlık hakları ellerinden alınıyor, eğitim hakları engelleniyor, sınavlarına giremiyorlar, yurtlarından atılıyor. Bursları kesiliyor. Bunların hepsi kanunsuz, hukuksuz. 83 genç hala tutuklu. Ne bekliyorsunuz serbest bırakmak için? Yargılanıp ceza alsalar bile alacakları cezanın hukuk diliyle yatarı yok! Yani az ceza aldığınız zaman cezaevlerinde yer olmadığı için hapse girmiyorsunuz! Hüküm giyseniz yatarı olmayan suçtan, tutuklu olduğunuz için yatıyorsunuz, bunun neresi hukuk, adalet?
CEZAEVİ NAKLİ
İmamoğlu ve ekibi olduğu için tutuklanan yakın çalışma arkadaşlarını, ekibini Silivri’ye tıktılar ya. Avukatları, yakınları, ziyaret etme hakkı olan siyasiler, gazeteciler vızır vızır. Her gün ziyaretçi akını var. Gerçi bu dile kolay bir ziyaret. Silivri’ye İstanbul’dan gidiş geliş, 200 km. Cezaevine giriş için dişinize kadar aranıyorsunuz. Kadınlar için daha sıkıntılı. Sütyen bile giymemek gerek. Sadece ziyaretçiler için sıkıntı değil, tutuklu için de eziyet: her ziyaretçi için ayrı aranıyor, ayakkabıları çıkarılıyor, şu bu. Hatta Ekrem Başkanın, bundan şikâyet ettiği, o kadar sık gelmeyin dediği bile söyleniyor. Moral mi kalır? Neyse ki avukatla görüş kabininde diğer arkadaşlarını da uzaktan da olsa görüp göz ucuyla selam veriyorlar diye ne yapıldı? En yakın arkadaşları Necati Özkan ve Murat Ongun başka cezaevlerine nakledildi. Birbirlerini göremesinler, yakınları onları görmeye gelirken eziyet çeksin diye. Necati Özkan Kandıra Cezaevi’ne nakledilmiş. Bir disiplin suçu yok, talebi yok. Sırf görüşemesinler diye. Sanki koğuştalar da akşamları çay demliyorlar!
F TİPİ CEZAEVİ
Cezaevine girmemiş olanlar bilmezler koşulları. Nazım’ın şiirlerinden, Orhan Kemal’in hikâyelerinden, Yeşilçam filmlerinden biliriz cezaevini. Koğuşların ne kadar tehlikeli olabileceğini, koğuş ağalarını, can güvenliği olmadığını. Adli koğuşlar dışında siyasilerin tutulduğu koğuşlar da vardır, burada aynı görüşte değilseniz de can güvenliği yoktur! Hala geçerli. İşte bütün bunları okuya dinleye, tek kişilik, üç kişilik hücreleri kurtuluş olarak düşünmüşümdür hep. Her gün köşe yazdığım yıllarda, çuvalla mektup gelirdi cezaevlerinden. Her zaman haksızlığa uğrayanların yanında olduğum için tek tek ilgilenirdim. İşte o yıllarda açılan ilk F tipi cezaevi, Kandıra’yı da ziyaret etmiş ve içeri düşersem böylesi olsun demiştim. İki katlı bir hücre, üst katta, yatak, alt katta, bir yaşam alanı. Önünde havalandırma. İki, üç kişilik olanları var. Ne ki yaşlı generalleri burada tuttukları zaman o merdivenler onlar için büyük tehlike oluşturmuş, daracık ve dik merdivenlerden düşen, beyin kanaması geçiren olmuştu.
ERZURUM’DAN BODRUM’A
Şimdi Necati Özkan’ı oraya sürmesi neden? Necati Özkan siyasi bile değil, kampanya sorumlusu. İş insanı. Suçu Ekrem İmamoğlu’na kampanya düzenlemek. Zaten malına mülküne de el koydunuz. Tutukluluğu, yetmedi, Silivri’den Kandıra’ya nakli niye? Bu hukuk mu, adalet mi, eziyet mi? Şimdi bizlerin başına geldiği için canımız yanıyor ama yıllardır yazdığım için biliyorum, bunu ilk kez yapmıyorlar ki, bu acımasızlık, bu insafsızlık hep vardı: 15 Temmuz davalarında yargılanan erlerin öğrencilerin davalarını izledim. Papağan gibi hep aynı şeyi tekrarladım: Erden, öğrenciden, asteğmenden darbeci olmaz, bunlara ağır cezalar veremezsiniz. Yargılanmaları yıllar sürdü. Müebbet gibi ağır cezalar aldılar. Yirmili yaşlarındaki delikanlıların ömür boyu hapis cezası alması yeterince ölüm demek. Bir de hücredesiniz. Yetmedi yakınlarınızın ziyareti tek yüzünüzü güldürecek şeyken, olabilecek en uzak yerlere gönderiliyorsunuz. Ailesi Erzurum’da yaşayan bir öğrencinin Bodrum’a gönderildiğini öğrendiğimde içim yanmıştı. O genç, yaşıtları gibi eğlenmek için gitmedi Bodrum’a, müebbet cezasını çekmek için gitti. Ailesi, Erzurum’dan Bodrum’a nasıl gidip gelecek, nerede kalacak, zaten imkânları olmayan aileler, zaten hemen hepsinin ailesi dar gelirli olduğu için askeri okuldaydılar.
DOĞUDAN BATIYA
Selahattin Demirtaş, yıllardır Edirne Cezaevi’nde. Eşi ve çocukları onu görmek için her seferinde Diyarbakır’dan kalkıp gidiyor Edirne’ye. Daha uzak yer olmadığı için Edirne’de! Niye tutuklu, niye hükümlü, niye Edirne’de? “Seni Başkan yapmayacağız!” dediği için mi?
Ülkemizde hukuk, adalet dağıtma mekanizması olmaktan çıkıp iktidarın sopası haline gelmiştir. Hiç birimizin reddedemeyeceği bir gerçek bu: yargıçlara baskı, savcılara baskı, istediği kararı vermedi mi, değiştir yerini. Davalar yıllar sürsün. Koca koca Adalet Sarayları yapın, içinde hukuk olmasın. Bu sadece en alttakilerin değil, en üsttekilerin de başına gelince daha görünür oluyor. Silivri yolları yıllardır aşınıyordu, şimdi yine aşınıyor. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Bu günleri bize yaşatanlar aynı koşulları yaşadıkları zaman niye düzeltmemişiz, niye bozmuşuz diye dertlenir inşallah!